Yüceliğin küçük insanlar üzerinde kötü tepki yaratan bir havası vardır. İnsan bu havayı anında duyuverir. Görkemli villaların, göz kamaştıran arabaların, yaldızlı gemilerin, lokantaların, her çeşit yazlıkların arasında dolaşın; çiçekleri, ipekleri, şarapları koklayın, bolluk içindeki kıvançlı bir ruhtan taşan kahkahadan, mızrak gibi meydan okuyarak parlayan bakışlardan biraz için; parlak kılıçlar gibi keskin gülümsemelerin, güvenle yere basan adımların doğasını anlayın; yüceliğin havasını tanımış olursunuz.
Gerçek yüceliğin ülkesinde böyle şeylere yer olmadığını söylemenin yararı yok; dünya bunları çekici buldukça, insan yüreği elde etmek istediği ve edeceği tek ülke diye bunları bildikçe, yüceliğin yurdu burası olacak; bu hava insan ruhu üzerindeki korkunç etkilerini sürdürecektir. Bu hava kimyasal bir madde gibidir. Onu bir gün solumak, bu maddenin bir damlası gibi, insanın görüşlerini, amaçlarını, isteklerini öylesine etkileyip rengini öylesine değiştirir ki artık insanın aklı fikri sonsuza dek o boyayla boyanır. Alışmamış bir bilinç için bu havada yaşanan bir gün, alışmamış beden için uyuşturucu gibidir. Öyle bir istek uyandırır ki, eğer yerine getirilirse insanı bir düş dünyasına, oradan da ölüme kadar götürür.
Evet! Gerçekleşmeyen düşler, insanın içini kemiren, aklını çelen boş görüntüler kişiyi hep çağırır, daha, daha ileriye gitmeye iterler; ta ki ölümle yok oluş onları tüketene dek. O zaman görmeyen gözlerimizle doğanın bağrına geri döneriz.
Theodore Dreiser
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder