Ah Varenka ah yavrucuğum! Bugün çok kederliyim. Biri sana el açacak: ”Bir ekmek parası!” diyecek ve sen onu kuru bir “Allah versin” ile savuşturacaksın. Ne üzücü bir durum! Dilenciliği meslek haline getiren adam yüzünden belli olur anacığım. Yüzünün ar damarı çatlamıştır; iniltileri, yalvarmaları yapmacıktır. Kene gibi yapışır, bırakmaz.
Bazıları da vardır ki, elini uzatmaya utanır. ”Allah rızası için...” deyişi insanın yüreğine işler. İşte bugün, laternacıdan sonra, eve dönerken duvar dibinde bir adam gördüm. Her geçenden istemiyordu. Yanına yaklaştığım sırada,”Bir ekmek parası bayım” dedi. Bunu öyle çekingen öyle yumuşak bir sesle söyledi ki, yüreğime işledi. İstediği meteliği vermedim, veremedim. Çünkü bende de yoktu.
Zenginler yoksulların kötü talihlerinden yüksek sesle yakınmalarından hiç hoşlanmazlar. Bu onlara arsızlık, yüzsüzlük gibi rahatsız edici gelir. Yoksulluk elbette rahatsız edicidir. Yoksulun inlemesi, zenginin keyfini kaçırır. Nedendir dersin? Vicdanları rahatsız olduğu için mi keyifleri kaçıyor?
Bazı günler işe giderken, durur şehrin manzarasına bakarım. Şehrin uyanışına, bacalardan yükselen dumanlara dalar bir nokta kadar küçülürüm. Şehir mi bende, ben mi şehirde kaybolurum bilemem. Sisten kapkara kesilmiş koca bir apartmandan içeri girerim. Sefaletin kokusu burnuma kadar gelir. Belli ki kiracılarının çoğu yoksul insanlar. İşte iki odacıktan ibaret şu hücrede küçük bir esnaf zoraki uyanmış; işe gitmeye hazırlanıyor. Uyku gözlerinden akıyor. Adamcağız bütün gece rüyasında kazara derisini kestiği ayakkabıyı görmüş. Üç kopek kazanmayı umduğu işten beş kopek zarar etmiş. Çocuklarına o akşam ekmek götürememiş. Ayakkabıcı bu, rüyasında ipek gömlek görecek değil ya; ayakkabı görecek elbet.
Dostoyevski, İnsancıklar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder