15 Nisan 2013 Pazartesi

Devletlerin hafızasını kendi hafızamız olarak kabullenmemeliyiz. Uluslar ortak çıkarlara sahip topluluklar değildir ve hiçbir zaman da olmadılar. Bir ailenin tarihi olarak sunulan herhangi bir ülkenin tarihi; fatihler ve fethedilenler, efendiler ve köleler, kapitalistler ve işçiler, egemen ırk ve egemen cins ile ezilenler arasında -bazen su yüzüne çıkan ama çoğunlukla bastırılan- şiddetli çıkar çatışmalarını gizler. Ve böylesi bir çatışma dünyasında, bir kurbanlar ve cellatlar dünyasında, düşünen insanların görevi cellatlar tarafında yer almamaktır. Dolayısıyla tarih içindeki seçimimden veya vurgularımdan kaynaklanan bu kaçınılmaz yer alışımda, ben Amerika’nın keşfini Arawakların-(İspanyolların Kuzey Amerika’ya geldiklerinde karşılaştıkları ilk yerli kabilelerden)- bakış açısıyla anlatmayı tercih ediyorum; anayasayı kölelerin bakış açısıyla, Andrew Jackson’u Cherokeelerin (en zengin topraklara sahip olan ve yerlileri temizleme operasyonunda nüfusunun üçte birini kaybeden Amerikan yerli kabilesi) açısından, Amerikan İç Savaşı’nı New York Iris’a göründüğü gibi, Meksika Savaşı’nı Scott’un ordusundan firar eden askerlere, sanayinin yükselişini Lowell tekstil atölyelerindeki genç kadınlara, İspanyol-Amerikan Savaşı’nı Kübalılara, Filipinler’in fethini Luzon’daki siyah askerlere, Yaldızlı Çağı güneyli çiftçilere, Birinci Dünya Savaşı’nı sosyalistlere, İkinci Dünya Savaşı’nı pasifistlere, New Deal politikalarını Harlem’deki siyahilere, savaş sonrası Amerikan imparatorluğunu Latin Amerika’daki gündelikçilere göründüğü gibi anlatmayı tercih ediyorum...

Howard Zinn

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder