16 Eylül 2014 Salı

Amerikalılar'ın beşte birinin kendi ülkelerini dünya haritasında neden bulamadığı sorulduğunda, güzellik kraliçesi Miss Teen Güney Carolia -ne de olsa lise diplomalı bir hanım- kameralar önünde cevap veriyor: "Ben kişisel olarak, Birleşik Devletler Amerikalılar'ının bunu yapamadığına çünkü dışarıda, bizim halkımızda bazı insanların haritalarının olmadığına inanıyorum ve ben bizim eğitimimizin, örneğin Güney Afrika ve Irak'ta, her yerde öyle ya da böyle benzer olduğunu düşünüyorum ve inanıyorum ki, onların, yani burada eğitimimiz, ABD'de ABD'ye faydalı olmalı ve Asya'daki ülkelere, ki böylece geleceğimizin gelişmesi mümkün olsun." Konuşmanın videosu dünyanın her yerinden seyredildi.

Tamam ama güzellik kraliçeleriyle işim olmaz diyorsunuz. O halde şu cümleye ne dersiniz? "Kültürel geleneklerin yansımacılığı illa ki özne merkezli mantık ve gelecekçi tarih bilincinden etkilenmemelidir. Özgürlüğün özneler arası kurulmasının farkına vardığımız boyutta, bir kendinde-mülkiyet olarak düşünülen otonominin sahipsel-bireysel görünümü çöker." Tanıdınız mı? Jürgen Habermas, Faktizität und Geltung / Olgular ve Normlar.

Güzellik kraliçesi ve Alman yıldız filozof örneleri aynı fenomenin göstergeleridir: Sırf konuşmuş olmak için konuşma eğilimi. Düşünmeye üşenme, aptallık ya da bilgisizlik kafamızda bulanıklığa sebep olur. Kelime seli bu zihinsel bulanıklığı maskelemek amacındadır. Bazen işe yarar, bazen yaramaz. Güzellik kraliçesinde bulandırma stratejisi başarısız oldu. Jürgen Habermas'ta işe yaradı, ez azından şimdilik. Bulandırma stratejisi sırasında belagat ne kadar güçlüyse, o derece kolay aldanırız. Sırf konuşmuş olmak için konuşmak otorite önyargısı ile birleşince tehlikeli bir karışım olabilir.

Sırf konuşmuş olmak için konuşma eğiliminin tuzağına ne sık düşmüşümdür! Gençliğimde Jacques Derrida'dan büyülenmiştim. Kitaplarını yutarcasına okudum ama üzerinde çok düşünmeme rağmen hiçbir şey anlamadım. Böylece felsefesi gizli bir bilim havasına büründü. Bütün bunlar beni o konuda bir doktora tezi yazmaya itti hatta. Şimdi geriye dönüp baktığımda, işe yaramaz zırvalıktı her ikisi de, Derrida da benim tezim de. Bilgisizliğimin içinde kendimi sözel bir buhar makinesine dönüştürmüştüm.

Zırvalama akademik çevrelerde gördüğümüz üzere yaygın. Bir bilim ne kadar az sonuç üretiyorsa buna o kadar eğilim gösterir. Sırf konuşmuş olmak için konuşma eğilimine özellikle yatkın olanlar yorumlardan ve ekonomi öngörülerinden kolaylıkla görebileceğiniz gibi ekonomi uzmanlarıdır. Aynı şey küçük ölçekte ekonomi için de geçerli. Bir şirket ne kadar kötü gidiyorsa CEO'su o kadar çok konuşur. Buna sıklıkla eylemler üzerinden çok ama boş işler, yani hiperaktivite de eklenir. Övgüye değer bir istisna General Electric'in eski CEO'su Jack Welch'tir. Bir röportajda şöyle sölyemişti: "Basit ve duru olmanın ne kadar zor olduğuna inanamazsınız. İnsanlar budala görünmekten korkuyor. Gerçekte, tam da tersi."

Sonuç: Sırf konuşmuş olmak için konuşma, bilgisizliği maskeler. Bir şey açık net ifade edilmiyorsa konuşan neden bahsettiğini bilmiyordur. Sözel ifade düşüncelerin aynasıdır: Berrak düşünceler; berrak ifadeler. Bulanık düşünceler; sırf konuşmuş olmak için konuşma. İşin kötü tarafı ise çok az konuda gerçekten berrak düşüncelere sahip olmamızdır. Dünya karmaşık, tek bir unsuru bile kavrayabilmek uzun düşünce mesaisi gerektirir. O türden bir aydınlama yaşayana dek Mark Twain'e kulak vermekte fayda var: "Diyecek bir şeyin yoksa bir şey deme." Basitlik uzun ve zahmetli bir yolun sonudur, başlangıcı değil.

Rolf Dobelli
Okurlara, olumlu bir yaklaşımla üzerinde düşünmeleri için, korkarım son derece paradoksal ve yıkıcı görünebilecek bir öğreti sunmak istiyorum. Söz konusu öğreti şudur: Doğru olduğunu varsaymak için hiçbir sebebin bulunmadığı bir önermeye inanmak sakıncalıdır. Elbette itiraf etmeliyim ki, böyle bir görüş yaygınlaşacak olursa, toplumsal yaşamımız ve politik sistemimiz tamamen dönüşecektir: Şu an ikisi de kusursuz olduklarından, bu durum öğretinin aleyhine olmalı. Ayrıca bu görüşün, bu dünyada ve öte dünyada mutluluğu hak etmek için hiçbir şey yapmamış insanların akıldışı umutları üzerinden geçimini sağlayan falcıların, müşterek bahisçilerin, din adamlarının ve diğerlerinin gelirlerinde azalmaya neden olacağının da farkındayım (ki bu daha ciddi bir durum). Bu tehlikeli argümanlara rağmen, ileri sürdüğüm paradoksun savunulabilecek yanları olduğu kanısındayım ve şimdi bunları ortaya koymaya çalışacağım.

İlkin, aşırı bir görüşü savunduğumun düşünülmesine karşı önlem almak isterim... Savunduğum şüphecilik sadece şundan ibaret: (1) Uzmanlar bir görüşte hemfikirlerse, karşıt görüş kesin doğru kabul edilemez; (2) hemfikir değillerse, hiçbir görüş kesin doğru sayılamaz... ve (3) olumlu bir görüşün var olması için yeterli sebepler olmadığını hepsi kabul ediyorsa, sıradan insan yargısını askıya almakla iyi eder.

Bu önermeler ılımlı görünmekle birlikte, kabul edildikleri takdirde insan yaşamını kesinlikle kökten değiştirirler.

İnsanların uğrunda savaşmaya ve zulmetmeye can attığı görüşlerin tamamı, bu şüpheciliğin mahkum ettiği yukarıdaki üç sınıftan birine aittir. 

Bertrand Russell, 1935:11-13