30 Kasım 2012 Cuma


Çok sevgili Bay Freud,
Gerçeği bulma özlemi sizde başka bütün özlemleri nasıl bastırıyor, şaşılacak şey. Savaş ve yoketme güdülerinin insan ruhunda sevgi ve yaşama gücü ile nasıl içice girmiş olduğunu su götürmez bir açıklıkla ortaya koyuyorsunuz. Ama, inandırıcı açıklamalarınızdan bir de şu büyük amaca ulaşma özlemi çıkıyor ortaya: İnsanın iç ve dış bütün savaşlardan kurtulması. Bu büyük özlemde, çağlarının ve uluslarının üstüne çıkan, düşünce ve ahlâk alanında birer yol gösterici olarak saygı gören bütün büyük insanlar birleşir. İsa’dan Goethe’den Kant’a kadar hepsinde bu kurtuluş özlemi vardır. Her ne kadar insanlar arasındaki ilişkileri düzenleme istekleri pek gerçekleşmiş değilse de, yalnız bu türlü insanların bütün dünyaca birer önder sayılmış olmaları anlamlı bir gerçek değil mi ?

Şuna inanıyorum ki, çalışmalarıyla yol göstericilik yapan üstün insanlar – dar bir alanda da olsa – aynı ülküyü büyük ölçüde paylaşmaktadırlar. Ne var ki, politik gelişim üzerinde pek etkileri olmuyor. Ulusların kaderini çizen bu alan hemen hemen kaçınılmazcasına dizginsiz ve sorumsuz politika adamlarına bırakılmış görünüyor.

Politik önderler ve yönetimler yerlerini ya zorbalığa, ya da yığınların oyuna borçludurlar. Ulusların düşünce ve ahlâkça yüksek bölüklerinin temsilcisi sayılamazlar. Ama, seçkin aydınlar, bugün halkların tarihi üzerinde doğrudan doğruya hiç bir etkide bulunamıyor; oraya buraya dağılmış bulunmaları günün sorunlarının çözümlenmesine doğrudan doğruya katılmalarına engel oluyor. Yaptıkları ve yarattıklarıyla yetilerini ve iyi niyetlerini göstermiş olanların kendiliklerinden bir araya gelmesi, dünyaya bir değişiklik getiremez mi dersiniz? Üyeleri birbirleriyle sürekli düşünce alışverişi içinde bulunacak olan bu uluslararası birleşme, tutumlarını basında ortaya koyarak, imzalarının sorumluluğunu yüklenerek, politik sorunların çözümü üzerinde önemli ve uyarıcı bir etki sağlayabilir.

Bilim akademilerinde de raslanan insan yaradılışının eksikliklerinden doğan sakıncalar burada da görülecektir şüphesiz. Ama, yine de öyle bir çabaya girişmek yerinde olmaz mı? Doğrusu ben, böyle bir işe girişmeyi büyük bir ödev sayıyorum. Böyle bir yüksek aydın topluluğu kurulunca, sistemli olarak dinsel kurumları da savaşa karşı harekete geçirmeye çalışmalıdır. İyi niyetleri bugün acı bir boyun eğme ile felce uğrayan bir kişiye içten destek olurdu. Düşünce ürünleriyle yüksek bir saygınlığa ulaşmış olan kişilerin kurduğu böylesi bir topluluk, Milletler Cemiyetinin güçleri için değerli bir dayanak olacaktır.
Bu düşüncelerimi, dünyada herkesten çok size sunuyorum, çünkü, siz isteklere herkesten daha az kapılırsınız ve sizin yargınız ciddiliği en ağır basan bir sorumluluk duygusuna dayanmaktadır.

Albert Einstein

Her şeye başkaldırıyorum. Başka insanların kendilerini üzerimde yetke saymalarına, başkaları tarafından eğitilmeye, başkalarının bildiklerini bana kabul ettirmeye çalışmalarına başkaldırıyorum. Kendim bulmadıkça hiçbir şeyi doğru kabul etmiyorum. Başkalarının benden farklı düşünmesine karşı değilim, ama onların bana düşüncelerini, yaşamla ilgili görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışmalarına katlanamıyorum. Daha küçük bir çocukken de başkaldırıyordum. Dinliyor, izliyor, ama bir yandan da sözlerin yanılsamasının ardındaki hakikati arıyordum.

Jiddu Krishnamurti
Eğleniyorlardı. Yaşıyorlardı. Ve ben, kafamın içine ve yalnız kendi ruhuma kapanmakla onların üstünde değil, altında bulunduğumu anlıyordum. Şimdiye kadar zannettiğim gibi, kitleden ayrılmanın bir hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum. Bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. Ben neydim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu? Şu ağaçlar, onların dallarını ve eteklerini örten karlar, şu ahşap bina, şu gramofon, şu göl ve üzerindeki buz tabakası ve nihayet bu çeşit çeşit insanlar hayatın kendilerine verdiği bir işi yapmakla meşguldüler. Her hareketlerinin bir manası vardı, ilk bakışta göze görünmeyen bir manası. Ben ise, dingilden fırlayarak, boşta yuvarlanan bir araba tekerliği gibi sallanıyor ve bu halimden kendime imtiyazlar çıkarmaya çalışıyordum. Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. Hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. Hiç kimsenin benden birşey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu.

Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna
Bütün canlılar eşit yaratılmışlardır. Yaradanları tarafından vazgeçilmez haklara sahip kılınmışlardır. Bu haklar; yaşam, özgürlük ve mutluluğa ulaşma hakkıdır.

Thomas Jefferson
Bu dünyayı seviyorum çünkü o mükemmel değil. O mükemmel değil ve bu yüzden o gelişiyor; mükemmel olsaydı ölmüş olurdu. Gelişim; sadece mükemmel olmamak varsa mümkündür.

Osho
Bazen gökyüzünde siyah bulutlar olur; gökyüzü bu siyah bulutlar yüzünden değişmez. Ve bazen beyaz bulutlar da olur ve gökyüzü bu beyaz bulutlar yüzünden de değişmez. Bulutlar gelirler ve giderler gökyüzü baki kalır. Sen gökyüzüsün ve düşünceler de bulutlardır. Eğer düşüncelerini titizlikle izlersen, eğer onları kaçırmazsan, eğer onlara doğrudan bakarsan; ilk şey bunu anlamak olacaktır ve bu çok büyük bir anlayıştır. Bu senin aydınlanmanın başlangıcıdır. Artık sen uykuda değilsin, artık gelip giden bulutlarla özdeş değilsin, artık sonsuza dek baki kalacağını biliyorsun. Ve tüm kaygı böylelikle yok olur.

Osho
İnsan kendisinin ne olduğuyla asla uğraşmaz. Fakat aynı anda insan, hem başkalarına, hem de kendisine güzel görünmek ister. Bu nedenle insan kendisini de kendisinden gizler. Yine aynı nedenle her insan hem kendine, hem de başkalarına rol yapar. Sıradan bir insan başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğüyle ilgilendiğinin yarısı kadar kendisinin ne olduğuyla ilgilenmez.

Schopenhauer
Bir şey gün boyunca tamamlanmadıysa, geceleyin rüyasını göreceksin. Çünkü zihin her şeyi bitirme eğilimine sahiptir. Bittiği an zihin onun ağırlığından kurtulur. Bitmediği sürece zihin tekrar ve tekrar ona dönmeye mahkûmdur.

Osho

Zevki Anlamak

Zevk toplumun yapısıdır. Beşikten mezara kadar gizlice, kurnazca ya da açıkça zevki ararız. Onun için aradığımız zevkin türü konusunda bence çok net olmalıyız, çünkü o tür ne olursa olsun, hayatlarımızın yönünü belirleyecek ve onu şekillend
irecektir.

Zevk dört aşamadan oluşur: Algı, hissetme, temas ve arzu. Diyelim güzel bir araba gördüm; ona bakmak içimde bir his, bir tepki oluşturur; sonra ona dokunurum ya da dokunduğumu hayal ederim, o zaman da ona sâhip olma ve onunla hava atma arzusu kendini gösterir.

Düşünce hiçbir zaman yeni değildir, çünkü düşünce hafızanın, deneyimlerin ve bilginin verdiği tepkidir. Düşünce, eski olduğu için, sevinçle izlediğiniz ve bir an için iliklerinize kadar hissettiğiniz bu şeyi eskitir. Daima eski olandan zevk alırsınız, yeni olandan değil. Yeni olanda zaman diye bir şey yoktur.

Birazcık zevkten mahrum bırakılınca neler olduğunu hiç gözlemlediniz mi? İstediğinizi elde edemeyince telaşlanır, kıskançlaşır, kindarlaşırsınız. İçki veya sigara içme, seks yapma veya istediğiniz her neyse onu yapma zevki sizden esirgendiğinde içten içe ne mücadeleler verdiğinizi fark ettiniz mi?

Ama eğer zevke son vermek istiyorsanız, ki bu aynı zamanda acıya son vermektir, zevkin yapısına tüm dikkatinizi vermelisiniz; keşişlerin ve sannyasilerin yaptığı gibi günah olduğunu düşündükleri için hiçbir kadına bakmayarak ve bu şekilde kavrama kabiliyetlerini yok ederek zevki kesip atmamalı; zevkin bütün anlamını ve önemini görmelisiniz. O zaman hayatınız büyük bir sevinçle dolar. Sevinç, üzerinde düşünülebilecek bir şey değildir. Sevinç anlık bir şeydir, üzerine düşünürseniz, zevke dönüşür.

Jiddu Krishnamurti, Bilinenden Kurtulmak
Gerçekliği bulmak için işkence çeken bir zihne değil özgür bir zihne ihtiyacınız var. Tüm kıskançlıklardan, korkulardan sıyrılmış bir sevgi duygusunun olması gerekir. Sevginin ne olduğunu, onun güzelliğini bilmiyorsunuz , çünkü güzel bir hayatı, çatışmasız bir hayatı yaşamanın ne demek olduğunu bilmiyorsunuz. Bu veya şu kalıba oturmuş bir hayatı ölümden ayırdığınız için parçalanmış bir hayatı biliyorsunuz sadece.

Krishnamurti
Çocukları okutmak önemli değildir. Okumak isteyen çocuk okur. Okumayı öğrenmek isteyen çocuk okumayı öğrenir. Öğretilmesi asıl önemli olan şey, çocukların okuduklarını sorgulamasıdır. Çocuklara her şeyi sorgulamaları gerektiği öğretilmeli. Okudukları her şeyi, duydukları her şeyi sorgulamaları... Çocuklara otoriteyi sorgulamaları gerektiği öğretilmeli. Ebeveynler çocuklara otoriteyi sorgulamayı asla öğretmezler. Çünkü ebeveynlerin kendileri zaten otorite figürleridir.

George Carlin
Demokrasi çoğunluğun gücü değil, azınlığın korunmasıdır.

Albert Camus
Derin olduğunu bilen kimse kolay anlaşılır olmaya çalışır. Kalabalığa derin görünmekten hoşlanan kimse ise anlaşılmaz olmaya çalışır. Çünkü kalabalık, dibini göremediği her şeyi derin sanır.

Friedrich Nietzsche 

Nasıl Bir Yaşam?


Bizlere, gençlere ve yaşlılara ne olacağını, yaşamlarımıza neyin anlam verdiğini sormak istiyorum. Bu kabul görmüş saygınlık girdabının sosyal ve ekonomik ahlakı içinde boğulmaktan kurtulmak için çaba harcamayıp bütün sorunları, karmaşıklığı ve çelişkileriyle kültürel toplumun bir parçası haline mi geleceğiz, yoksa yaşamımızı tamamen farklı bir şeye mi dönüştüreceğiz? Çoğu insanın karşı karşıya olduğu sorun budur. İnsanlar, yaşamı bir bütün olarak anlamak için değil de, bütün bu hayat içinde belirli bir rol oynamak üzere eğitiliyorlar. Çocukluktan itibaren bu toplumda yoğun bir biçimde bir yere gelmeye, başarılı olmaya ve tam bir burjuvaya dönüşmeye şartlandırılırız. Daha duyarlı bir entelektüel ise genelde böyle bir varoluş düzenine başkaldırır. Bu entelektüel başkaldırırken çeşitli şeyler yapar: Ya toplum karşıtı, siyaset karşıtı olur, uyuşturucu madde kullanır ve dar, tutucu, dini bir inancın peşinden gider, bir tür guru, öğretmen veya filozofu takip eder yada bir aktivist, komünist olur veyahut kendini tamamen Budizm veya Hinduizm gibi egzotik bir dine verir. Bir sosyolog, bir bilim insanı, bir ressam, bir yazar veya kapasitemiz varsa bir filozof olup böylece kendimizi bir çemberin içine hapsederek sorunu çözdüğümüzü zannederiz. Sonra tüm bu yaşamı anladığımızı hayal eder ve kendi özel eğilimimize, kendi mizacımıza göre, kendi uzmanlık alanımızdan hareketle, yaşamın ne olması gerektiğine ilişkin görüşlerimizi başkalarına dayatırız.

Kişi, muazzam karmaşıklığı ve iç içe geçmişliği ile yaşamın ne olduğunu, sadece ekonomik ve sosyal alanlarda değil psikolojik alanda da incelendiğinde, kendine, eğer ciddi ise, yaşamda hangi rolü oynayacağını sormalıdır. Bu dünyada yaşayan ve hayali bir varoluşa ya da manastıra kaçmayan bir insan olarak ne yapmalıyım? Tüm bu düzeni açıkça gören biri ne yapacak, yaşamına ne anlam verecek? İster bu kurulu düzenin zaten içinde olalım ister ona yeni girecek olalım bu soru geçerliliğini hep koruyor. O yüzden, bana öyle görünüyor ki şu soru kaçınılmaz olarak sorulmalı: Yaşamın amacı nedir ve tamamen nevrotik olmayan, canlı ve etkin, psikolojik olarak oldukça sağlıklı bir insan olarak tüm bu hayatta ne rol oynamalıyım? Hangi rol veya bölüm beni çekiyor? Eğer belirli bir parça veya bölüm beni çekiyorsa böyle bir çekimdeki tehlikenin farkında olmam lazım, çünkü yine çaba, çelişki ve savaş üreten o aynı ayrıma geri döneriz. O zaman yaşamın sadece bir bölümünde değil tümünde rol alabilir miyim? Yaşamın tümünde rol almak elbette tam bir bilim, sosyoloji, felsefe, ve matematik vb. bilgisine sahip olmak anlamına gelmiyor; insan dâhi olmadığı sürece bu imkânsızdır.

Psikolojik açıdan, içsel olarak tamamen farklı bir yaşam tarzı meydana getirilebilir mi? Açıkçası bu, insanın bütün dışsal şeylerle ilgili olması anlamına gelir ama temel, köklü devrim psikolojik alanda gerçekleşir. İnsan kendi içinde böyle derin bir değişiklik meydana getirmek için ne yapabilir? Nitekim insan toplumdur, dünyadır, geçmişin tüm içeriğidir. Öyleyse sorulması gereken soru şudur: Biz, siz ve ben, yaşamın bir bölümünde değil de tümünde nasıl rol alabiliriz? Sorunlardan biri budur; başka sorunlar da var: tutum, davranış ve erdem sorunları; sevgi sorunu; sevginin, ölümün ne olduğu sorunu. İster genç ister yaşlı olalım, kendimize bu soruları sormalıyız çünkü bunlar yaşamın, varoluşumuzun bir parçasıdır.

Jiddu Krishnamurti

29 Kasım 2012 Perşembe

Tarihi bilmiyorsan dün doğmuşsun demektir. 
Dün doğmuşsan liderler sana istediği hikayeyi anlatabilir.

Howard Zinn
Kuvvet elinizdeyse herkesi titretmek marifet değildir, hatta gönülleri kazanmak bile büyük beceri sayılmaz. Kendisine itaat edilen bir gerizekâlı da herhangi biri gibi suçlara ceza verebilir; ama gerçek devlet adamı suçları işlenmeden önlemeyi bilir; saygıya dayalı buyurma gücü eylemlerden çok iradeler üzerinde etkilidir.

Jean-Jacques Rousseau, Ekonomi Politik

28 Kasım 2012 Çarşamba

... mesela, doğumgünümün hatırlanmamasından 
hiç yakınmadım;
bu konudaki sessizliğime şaşarlar, 
birazcık da hayranlık duyarlardı.
fakat, ilgisizliğimin nedeni
daha derinlerde saklıydı.kendi kendime yakınabilmek için unutmayı dilerdim.
Çok iyi hatırladığım o şanlı tarihten birkaç gün önce pusuya yatar,
yanılmalarını umduğum kimselerin belleklerini uyaracak en ufak küçük bir şey ağzımdan kaçırmamaya,
bunu yapmamaya bakardım.
(birgün, bir evde takvimde değişiklik yapmayı
bile düşünmüş müydüm?)
yalnızlığım iyice doğrulandığında, kendimi,
erkekçe bir üzüntünün zevkli çekimine bırakabiliyordum.

Düşüş
Dışarıya kapanmak esasen içeri açılmaktır… 
Huzur mu istiyorsun? 
Az eşya, az insan. 

Franz Kafka
İnsanları öldürmek, daha çok insan öldürmekten başka sonuç vermez.

Başkaldıran İnsan

27 Kasım 2012 Salı


Gerçeğin yolu yoktur ve gerçeğe bir yol, bir din ya da bir tarikatla varılamaz. Gerçek, sınırsız ve koşulsuz olduğu için organize edilemez. Tüm kurumlar İnsanları gütmek ve kendi yollarına çekmek içindir. Birinin peşinden gitmeye başlarsan gerçeğe ulaşamazsın.

Jiddu Krishnamurti
Söylenecek hiçbir şeyin olmaması, hiçbir şey söylememe hakkı ne büyük bir nimet; çünkü ancak o zaman nadir olan şeyi yakalama şansı doğar.

Gilles Deleuze
Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbirşeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir...
Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: "Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem" der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir:
- Ben çekilirim.
Ölmek mi, ölürüm ama inleyerek değil!
Hapiste yatmak mı, yatarım ama yakınarak değil! 
Sürgün mü, giderim; kim beni gülümsemekle yola koyulmaktan alıkoyabilir?
Bildiğimi açıklamazsam, zincire mi vurulacağım?
Kimse bana istemediğim şeyi açıklatamaz!
İstencimi değil, ayaklarımı zincire vurabilirsiniz ancak.


Epiktetos, Fragmanlar
İnsanlar sana hakaret ettiklerinde, onlara yanıt vermezsen bu da zorlarına gider. Sen sadece, "teşekkür ederim" diyerek yoluna devam edersin. Bunu hazmetmek zordur... Çünkü, o kişinin egosunu derinden incitir. O seni aşağı, çamurun içine çekmeye çalıştığı halde sen bunu reddettin; O, şimdi orda tek başına kalmış oldu... 

Osho
Kral Dionysios, Platon'a, İran işi, uzun, işlemeli ve kokulu bir elbise hediye etmiş. Platon: 'Ben erkeğim; kadın elbisesi giymek istemem', diyerek almamış elbiseyi; ama Aristippos elbiseyi almış ve demiş ki: 'İnsan ne giyerse giysin, erkekse yine de erkektir.'

Dionysios, Aristippos'un yüzüne tükürmüş. Aristippos umursamamış. Dostları Aristippos'un bu küçüklüğünü onun yüzüne vurdukları zaman, Aristippos onlara: 'Ne olacak?' demiş ve devam etmiş: 'Balıkçılar da ufacık bir balık tutmak için tepeden tırnağa deniz suyu ile ıslanmaya pekâlâ katlanıyorlar.' 

İşte akıl ayrı ayrı görüşleri insana nasıl da kabul ettiriyor. İki kulplu bir çömlek bu, ister sağından tutun, ister solundan...

Montaigne

25 Kasım 2012 Pazar

Şüphe değil, kesinliktir insanı deli eden!

Nietzsche

24 Kasım 2012 Cumartesi

Eğer ABD Başkanı Olsaydım....

Eğer başkan olsaydım, ABD’ye yönelik terörü bir kaç günde sonlandırırdım. Hem de kesinlikle. 

Önce, tüm dul ve yetimlerden, işkence mağdurlarından, yoksullardan ve Amerikan emperyalizminin milyonlarca, milyonlarca kurbanından açıkça ve samimiyetle özür dilerdim. 

Ardından ABD’nin dünyanın her tarafındaki müdahalelerine son verdiğimi ilan ederdim ve İsrali’in Amerika’nın 51’inci eyaleti olmadığını, yabancı bir ülke olduğunu bildirir, bu tuhaflığa bir son verirdim.

Askerî bütçeyi en az %90 azaltır, oradan sağlanan kaynağı kurbanlarımıza tazminat olarak öderdim ve bombardımanlarımızın neden olduğu hasarları telafi ederdim. Bunun için yeterli kaynağımız olurdu.

Bir yıllık Askeri bütçenin ne kadar olduğunu biliyor musunuz? Sadece bir yıl için. İsa’nın doğumundan beri geçen her saatte 20.000 dolar...

İşte Beyaz Saray’daki ilk üç günümde bunları yapardım. Ve dördüncü gün katledilirdim.

William Blum
Yüzde ısrar etme, doksan da olur.
İnsan dediğinde noksan da olur.
Sakın büyüklenme elde neler var. 
Bir ben varım deme. Yoksan da olur.

Mevlana Celaleddin Rumî
Zihin bir saniye için bile, sessiz olduğunda anlayışın geldiğini fark ettiniz mi, bilmiyorum; düşüncenin sözlere dökülmediği anda anlayışın ani ışığı parlar. Bunu deneyin ve zihnin çok sakin olduğu,düşüncenin olmadığı , zihnin kendi gürültüsünün yükünü taşımadığı anlarda anlayışın ani ışığını, sezginin olağanüstü hızını kendiniz göreceksiniz demek ki herhangi bir şeyin anlayışı , bir modern resmin bir çocuğun , eşinizin,komşunuzun veya her şeyde var olan doğruluğun anlayışı- yalnızca zihin çok sakin olduğu zaman gelir. Ama sakinlik geliştirilemez çünkü sakin bir zihni işlerseniz o artık sakin bir zihin değildir, o ölü bir zihindir.

Bir şeyle ne denli ilgilenirseniz, ne denli anlamaya niyetli olursanız zihniniz de o denli sade,berrak , özgür olur

O zaman sözle aktarma sona erer ne de olsa düşünce sözdür ve araya giren sözcüğün kendisidir. Sorun ile yanıtı arasına giren de sözcüklerden oluşan bir paravandır ki ,bu da bellektir. Karşılaşılan sorun
a yanıt veren, sözlerdir ve biz buna akıl yürütme deriz. Böylece, laklak yapan,sözcükleri kullanan zihin, hakikati anlayamaz – ilişkide gerçeği anlayamaz , soyut gerçeği değil. Soyut gerçek yoktur. Ama gerçek çok inceliklidir, zihinle hemen görünmez..

O, gece dolaşan hırsız gibi karanlıkta, siz onu kabul etmeye hazır olmadığınız anda gelir.

Krishnamurti

23 Kasım 2012 Cuma

Hayatı yaşamanın iki yolu var: Bir tanesi, kaderinin sorumluluğunu üstlenmek, kendi kararlarını kendi vermek ve uygulamak, avantaj ve dezavantajları, mutluluk ve mutsuzluğu kabul etmek; cesurca, dürüstçe, pazarlık etmeden, yüce gönüllülük ve tevazuyla. Diğeri ise, kaderini aramak: Ama insan onu ararken sadece gücünü, zamanını, hayallerini, doğru ve iyi anlamdaki körlüğünü, içgüdülerini değil, kendi değerini de kaybeder. Gittikçe yoksullaşır; yeni gelen daima önceden var olandan daha kötüdür.

Milena Jesenska
İntihar etmeyip yaşıyorsak, anlamın büyüklüğünden değil, hayatın içine düşmüş olmaktan, muzır bir merak ile ıstıraplı bir inadın götüreceği yeri görme isteğinden; bir de üstüne üstlük, şahsi duruşun gölgesinin topluma bir lanet olarak düşmesini diliyor olmaktan başka bir anlamı yoktur her güne yeniden başlamanın.

Işık Ergüden

Faşizmin 14 Temel Özelliği

Siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt, 20. yüzyılın gördüğü en tipik faşist rejimleri (Hitler'in Almanya'sı, Mussolini'nin İtalya'sı, Franco'nun İspanya'sı, Suharto'nun Endonezya'sı, Pinochet'nin Şili'si) inceleyerek faşizmin 14 karakteristik özelliğini tespit etmiş.
Britt'in çok tartışılan, hatta Umberto Eco'nun bir yazısından fazlaca esinlendiği söylenen ünlü makale
si, 'yeni başlayanlar için 14 derste faşizm'i anlatıyor:

1. Güçlü ve sürekli milliyetçilik: Faşist rejimler, sürekli olarak vatansever şiarlar, sloganlar, semboller, marşlar ve diğer ıvır zıvırı kullanma eğilimindedir.

2. İnsan haklarının aşağılanması ve hor görülmesi: Düşmandan korku ve güvenlik ihtiyacı nedeniyle, faşist rejim altındaki insanlar, 'ihtiyaç' gereği belirli durumlarda insan haklarının göz ardı edilebileceğine ikna edilirler. İnsanlar işkence, yargısız infaz, siyasal suikast, uzun süreli gözaltı gibi uygulamalara karşı başını başka tarafa çevirme, hatta bunları onaylama eğilimindedir.

3. Düşmanların/günah keçilerinin birleştirici bir neden olarak tanımlanması: Ülkenin güvenliğini ve bütünlüğünü tehdit eden düşmanın ortadan kaldırılması için insanlar histerik kalabalıklara katılıp sokaklara dökülür; Bu düşman tanımının içinde ırksal, etnik ya da dinsel azınlıklar, liberaller, komünistler, sosyalistler, teroristler, vs. vardır.

4. Ordunun ve militarizmin yüceltilmesi: Yaygın yerel sorunlar olduğunda bile, orduya hükümet bütçesinden aşırı miktarda pay verilir ve yerel gündemler göz ardı edilir. Askerler ve ordu hizmetleri alabildiğini yüceltilir.

5. Cinsel ayrımcılığın şahlanışı:Faşist ulusların hükümetleri, neredeyse tamamen erkek-egemen olma eğilimindedir. Faşist rejimlerde, geleneksel cinsiyet rolleri daha katı hale getirilmiştir. Kürtaj karşıtlığı ve homofobi had safhadadır.

6. Kitle iletişim araçlarının kontrol altına alınması: Kimi zaman medya hükümet tarafından doğrudan kontrol edilirken, diğer durumlarda dolaylı olarak diğer genelgeler, mevzuatlar, sempatik medya temsilcileri ya da yöneticileri tarafından kontrol edilir. Sansür, özellikle savaş dönemlerinde oldukça yaygındır.

7. Ulusal güvenlik takıntısı: "Korku" hükümet tarafından, kitleler üzerinde harekete geçirici bir araç olarak kullanılır.

8. Din ve yönetimin içiçe geçmesi: Faşist ulus hükümetleri, ulus içindeki en yaygın dini, kamuoyunu manipüle etmek için bir araç olarak kullanır. Dini retorik ve terminoloji, dinin ana doktrinlerinin hükümet politikalarına veya eylemlerine tamamen karşıt olduğu durumlarda dahi, hükümet liderleri tarafından yaygın olarak kullanılır.

9. Özel sermayenin gücünün korunması: Faşist uluslardaki sanayi ve iş aristokrasisi, sıklıkla hükümet liderlerini iktidara getirenlerdir. Bunu hükümetle iş dünyası arasında karşılıklı çıkara dayalı bir ilişki tesis ederek ve belli bir iktidar eliti yaratarak yapar.

10. Emek gücünün baskı altına alınması: Faşist hükümete karşı tek gerçek tehdit emeğin örgütlü gücü olduğundan, işçi sendikaları ya tamamen saf dışı edilir ya da şiddetle baskı altına alınır.

11. Aydınların ve sanatın küçümsenmesi: Faşist uluslar, yüksek öğrenim ve akademiye karşı açık bir düşmanlığı körükler ve teşvik eder. Profesörlerin ve diğer akademisyenlerin sansüre uğraması, hatta tutuklanması yaygındır. Sanatta ifade özgürlüğü açıkça saldırı altındadır ve hükümetler genellikle sanata bütçe ayırmayı reddeder.

12. Suç ve cezalandırma ile baskı altına alma: Faşist rejimlerde, polislere kanunları zorla uygulamaları için neredeyse sınırsız bir yetki verilir. İnsanlar genellikle, polisin suistimallerine göz yummaya ve hatta vatanseverlik adına sivil özgürlüklerden feragat etmeye razı olur. Faşist uluslarda, sınırsız güce sahip ulusal bir polis kuvveti vardır.

13. Adam kayırma ve yozlaşmada sınır tanımama: Faşist rejimler neredeyse her zaman, yönetim kadrolarına birbirini atayarak hükümetin güç ve otoritesini onları hesap vermekten korumak için kullanan bir grup ahbap ile müttefikleri tarafından yönetilir. Ulusal kaynakların ve hatta hazinenin tahsisi ya da bunların hükümet liderleri tarafından açık bir şekilde gaspı, faşist rejimlerde rastlanmayan bir olgu değildir.

14. Hileli seçimler: Faşist uluslardaki seçimler bazen tamamen göz boyama amaçlı yapılır. Diğer zamanlarda ise seçimler, çamur atma kampanyaları, hatta muhalefet adaylarının öldürülmesi, seçmen oylarının ve seçim bölgelerinin kontrolü için yasama kurumlarının alet edilmesi ve medya manipülasyonu gölgesinde yapılır. Faşist uluslar, tipik olarak kendi yargı sistemini seçimleri manipüle ya da kontrol etmek için kullanır.

* Bu yazı siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt'in Free Inquiry dergisinin bahar 2003 tarihli 23/2 sayısında yayınlanan makalesinden kısaltılarak çevrildi. (bianet.org)

Umberto Eco makalesi için : http://www.pegc.us/archive/Articles/eco_ur-fascism.pdf

Tevazu Üzerine

Öğrenme, bir tevazu hali içerir açıkça.Tevazu ise boyun eğicilik değildir. Kişinin kendi önemine ilişkin düşük değer biçmesi değildir. "Ben bilmiyorum sen biliyorsun, onun için öğret bana değil. Tevazu daha ziyade tetikte olan ve bilmek, öğrenmek isteyen bir zihindir. Bir boyun eğme, kabul etme hali değildir. Tevazu bir erdem değildir; işlenerek oluşturulamaz; vardır ya da yoktur. Yalnızca kibirli, gururlu kişilerdir tevazu geliştirenler. Yüzlerine bir tevazu maskesi geçirirler.Ama gerçekten, sözcüğün gerçek anlamında mütevazi değillerdir. Böyle öğrenen bir zihin, kabul etmeme, inkar etmeme, hiçbir düzlemde ve hiçbir zaman kendine değer biçmeme niteliğine sahip olmak zorundadır.

Krishnamurti

22 Kasım 2012 Perşembe

Yok olacağım. N’olacak o zaman? Hiç bir şey…Nereye gideceğim o zaman? Yoksa ölüm….Hayır, hayır istemiyorum’ diyerek fırladı yataktan. Mumu yakmak istedi. Titreyen elleriyle sağı solu yoklarken mumu şamdanla birlikte yere devirdi. Kendisi de yastığın üzerine düştü. Gözleri açık, yattığı yerden karanlığa bakıyordu: ‘Hiçbir şeyin önemi kalmadı artık. Ölüm! Evet ölüm!...İçeridekilerin hiçbiri bilmiyor bunu. Bilmek istemiyorlar. Acımıyorlar. Sadece gülüp eğleniyorlar. Hiçbir şey umurlarında değil. Ama bir gün kendileri de ölecek. Bugün ben, yarın onlar…. Fakat mutlaka ölecekler. Bundan kurtuluş yok. Gülüp oynasınlar bakalım. Hayvanlar!

Tolstoy, Ölüm Manifestosu

Benim Yetkim

Hak toplumun tinidir. Toplumun bir iradesi varsa, işte bu irade haktır: Toplumun varlığı sadece hakka dayanır. Toplum sadece bireyler üzerine tahakküm kurmakla var olabildiği için, hak onun hükmeden iradesidir. Aristo adaletin toplumun yararına olduğunu söyler. Var olan her hak yabancı haktır, bana “verilen” ve “hisseme düşendir”. Tüm dünya bana hak verseydi, haklı mı olurdum? Devlet ya da toplum tarafından eldeettiğim bir hak yabancı bir hakkın aynısı değil midir? Bir aptalın bana hak vermesi üzerine, kendi hakkıından şüphelenirim; onun hak vermesini beğenmiyorum. Bir bilgenin de bana hak vermesiyle haklı olmam. Benim haklı olup olmadığım aptalın ve bilgenin hak vermesinden tamamen bağımsızdır.
Bununla birlikte şimdiye kadar bu hakkı elde etmeye çalıştık. Hak arıyor ve bu amaçla da bir mahkemeye baş vuruyoruz. Hangi mahkemeye? Kralın, papazın ya da halk mahkemesine vb. Bir sultan mahkemesi, sultanın hak olarak belirlediği bir haktan başka hak verebilir mi? Sultanın bana verdiği hakka uygun olmayan bir hak ararsam, sultan mahkemesi bana hak verir mi? Örneğin, sultana göre hak olmayan ağır ihaneti bana hak olarak tanıyabilir mi? Benim hakkımı umursamayan o, bir sansür kurulu olarak, düşünce özgürlüğü hakkını bana verebilir mi? Ne arıyorum öyleyse ben bu mahkemede? Ben benim hakkım olanı değil, sultansal hak, yabancı hak arıyorum. Yabancı hak benim hakkımla uyum sağladığı sürece şüphesiz benim de hakkımdır.

Devlet tek tek insanların birbirleriyle kavga etmelerine izin vermiyor; düelloya karşı çıkıyor. Kavga edenlerin polisi çağırmamalarına rağmen polis cezalandırıyor; bu durum bir Ben ile bir Sen arasındaki kavga olarak kabul görmüyor. Aile reisinin çocuğunu dövmesine benzetiliyor. Aile hak sahibidir ve aile adına da baba, ben biricik olarak bu hakka sahip değilim.

Vossische Zeitung “hukuk devletini“ bize takdim ediyor. Hukuk devletinde her şeyin kararı bir yargıç ve bir mahkemenin elinde olması gerekiyor. Bu gazeteye göre, üst-sansür-kurulu “hakkın olduğu“ bir “mahkemedir”. Nasıl bir hak? Sansür hakkı. Sözkonusu mahkemenin yargısını haklı bulmak için, sansürü haklı bulmak gerekiyor. Aynı zamanda ama bu mahkemenin bir koruma sunduğu söyleniyor. Evet, tek bir sansürcünün yanılgısına karşı koruma: Bu mahkeme, isteminin yanlış yorumlanmasına karşı sadece sansür yasama kurulunu koruyor, yazanlara karşı ama kendi yasasını “hakkın kutsal yetkisiyle” daha da pekiştiriyor.

Haklı ya da haksız olduğumu yargılayan benim, benden başka bir yargıç yoktur. Başkaları sadece, benim hakkımı onaylayıp onaylamadıklarını ve bunun onlarca da haklı olup olmadığını yargılayabilirler.

Max Stirner

Kendi savaşınızı açmalısınız,
kendi düşüncelerinizin uğruna.

Düşünceleriniz yenilse bile,
dürüstlüğünüz
zafer çığlıkları atmalıdır
bunun için.

Friedrich Nietzsche


Huysuzlanıp oyuncaklarına burun kıvıran bir çocuk gibi, kalbim bugün ne ile yaklaşsam itiraz ediyor ve “hayır, bu değil!” diyor.

Kelimeler yine belirsizliklerinin sancısıyla üşüşüyorlar zihnime, taşıdıkları yağmuru alacak bir rüzgar tesadüf eder diye yamaçlarda gezinen ağır bulutlar gibi.

Bu beyhude çabaları bir yana bırak, ey ruhum, çünkü sükutun müziği görünmeyen yerde kendiliğinden kemale erecek.

Kefaret ödemelerle dolu bir inzivaya döndü sanki benim yaşamım bugün, bahar adeta korkuyor harekete geçmeye ve hatta çıt çıkarmaya bile.

Bu, büyük kapıdan geçme zamanı değildir senin için, sevgilim; halhalının şıkırtısının düşüncesi bile yeterince abartılı, mahçup edip bastırıyor bahçedeki diğer yankıları.

Bil ki yarının nameleri bugün tomurcuk halindedir, seni bir an yandan geçip giderken görseler gerilip patlar henüz olgunlaşmamış yürekleri.

─Rabindranath Tagore

Neden Başkaldırmıyorsunuz?

Toplumun içinde bulunduğu durumu sabit bir gerçek olarak alıyorsunuz. Neden? Yoksul sınıfa ait olmayan, hali vakti oldukça yerinde olan sizler, neden başkaldırmıyorsunuz? Bir komünist ya da sosyalist olarak değil, tüm toplumsal sisteme karşı bir başkaldırıya neden girişmiyorsunuz? Bunu yapmaya gücünüz yeter, öyleyse neden doğruyu bulmak ve yeni bir toplum yaratmak için zekanızı kullanmıyorsunuz? Fakirler başkaldırmayacaklardır; çünkü ne enerjileri var ne de düşünmeye vakitleri. Yalnızca yiyecek ve iş aramakla meşguller; fakat sizin zekanızı kullanabileceğiniz birazcık da olsa boş vaktiniz var, siz neden başkaldırmıyorsunuz? Neden düzgün, gerçek bir toplumun nasıl olması gerektiğini bulmuyor ve yeni bir medeniyet kurmuyorsunuz? Eğer bunu siz başlatmazsanız fakirlerin başlatmayacağı açık.

Krishnamurti

Kendini tanımak için bize ilham verecek birisine gerek yok mu?


Bir guruya, size ilham verecek, aferin diyecek, sizi cesaretlendirecek birine ihtiyacınız varsa, bu insana bağımlısınız demektir ve sonunda o gittiği gün siz de kaybolursunuz. Bir insanın ya da bir fikrin vereceği ilhama bağlı olduğunuz an, zorunlu olarak korku ortaya çıkar ki hiç de gerçek bir ilham değildir bu. Oysa bir ölünün götürülüşünü ya da iki insanın tartışmasını izlemek düşünmenize neden olmaz mı? Çok hırslı birini gördüğünüzde ya da herkesin nasıl da bir idarecinin ayaklarına kapandığını gördüğünüzde düşünmez misiniz? Yani bir yaprağın düşmesinden, bir kuşun ölümünden insanın kendi davranışlarına kadar her şeyden bir ilham almak mümkündür. Tüm bunları izlemek size her zaman bir şeyler öğretir; fakat öğretmeniniz olarak bir insana bel bağlarsanız kaybolursunuz ve o insan sizin kabusunuz olur. Birilerini takip etmek, bir öğretmene bel bağlamak yerine nehirden, çiçeklerden, ağaçlardan, yük taşıyan kadınlardan , aile üyelerinden ve kendi düşüncelerinizden bir şeyler öğrenmek, bu nedenle çok önemlidir. Bu, kendiniz dışında hiç kimsenin size veremeyeceği bir eğitimdir ve güzelliği de buradadır. Kesintisiz bir dikkat ve sürekli sorgulayan bir zihin gerektirir. Gözlemleyerek, mücadele ederek, mutlu olarak ve hüzünlenerek öğrenmek zorundasınız.

Krishnamurti

Bize ilham veren birileri olmadan kendimizi tanıyabilir miyiz?


Kendinizi tanımak için size ilham veren, sizi zorlayan, özendiren, iten birine ihtiyacınız olmalı mı? Soruyu dikkatlice dinleyin, doğru cevabı bulacaksınız. Bir sorun üzerinde düşünmenin sorunun yarısın çözmek olduğunu biliyorsunuz, değil mi? Fakat zihniniz büyük bir arzuyla, bir çözüm bulmakla meşgul oluyorsa, sorunu tümüyle kavrayamazsınız.

Kendimizi nasıl tanıyabiliriz?


Yüzünüzü tanırsınız; çünkü aynadaki yansımasına sıkça bakarsınız. Yalnızca yüzünüzü değil, düşündüklerinizin, hissettiklerinizin, güdülerinizin, isteklerinizin, dürtülerinizin ve korkularınızın tümünü, yani bütünüyle kendinizi görebileceğiniz bir ayna vardır. Bu ayna ilişkilerin aynasıdır: Anne babalarınızla; öğretmenlerinizle; nehirlerle, ağaçlarla, dünyayla; düşüncelerinizle aranızdaki ilişkiler. İlişkiler kendinizi olmak istediğiniz gibi değil, olduğunuz gibi görebileceğiniz birer aynadır. Aynaya baktığımda beni güzel göstermesini isteyebilirim; fakat bu gerçekleşmez.; çünkü ayna yüzümü olduğu gibi yansıtır ve ben kendimi aldatamam. Aynı şekilde, kendimi başkalarıyla olan ilişkilerimin aynasında olduğum gibi görebilirim. İnsanlarla nasıl konuştuğumu gözlemleyebilirim, bana bir şeyler verebileceğini düşündüğüm kimselerle en kibar biçimde, veremeyecek olanlarla kaba ve küçümseyici bir biçimde konuştuğumu fark edebilirim. Korkutuğum kişilere karşı dikkatli olurum. Önemli biri geldiğinde ayağa kalkarım; ama hizmetçi geldiğinde umurumda olmaz. Yani kendimi ilişkilerin aynasında gözlemleyerek, insanlara gösterdiğim saygının ne kadar sahte olduğunu öğrenebilirim. Ağaçlarla, kuşlarla, fikirler ve kitaplarla aramdaki ilişkilere bakarak da kendimi keşfedebilirim.

Dünyadaki akademik derecelerin tümüne sahip olabilirsiniz; fakat kendiniz tanımıyorsanız, aptal birisiniz demektir. Eğitimin esas amacı, insanın kendisini tanımasıdır. Kendini tanımadan yalnızca sınavları geçmek için bilgi toplayıp notlar tutmak aptalca bir varoluş biçimidir. Bhagavad Gita'dan, Upanishadlar'dan, Kuran'dan ya da İncil'den alıntılar yapabilirsiniz; fakat kendinizi tanımadığınız sürece kelimeleri tekrar eden bir papağandan farkınız olmaz. Oysa birazcık da olsa kendinizi tanımaya başladığınız anda, sıra dışı bir yaratıcılık serüveni de başlamış olur. Birdenbire kendinizi olduğunuz gibi görmek açgözlü, kavgacı, öfkeli, kıskanç ve aptal olduğunuzu görmek bir keşiftir. Gerçeği, onu değiştirmeye çalışmadan görmek, kendinizi tam da olduğunuz gibi görmek şaşırtıcı bir buluştur. Buradan adım adım sonsuzca bir derinliğe inebilirsiniz; çünkü kendini tanımanın sınırı yoktur.

Kendini tanıma yoluyla Tanrıyı, hakikati, o zaman dışı hali tanımaya başlarsınız. Öğretmeniniz size kendi öğretmeninden aldığı bilgileri aktarıyor olabilir. Siz de sınavlarınızda başarılı olabilir, bir diploma alabilir ve benzer başarılara ulaşabilirsiniz; fakat kendinizi aynadaki yüzünüzü tanıdığınız gibi tanımıyorsanız tüm diğer bilgilerin çok az önemi vardır. Kendini tanımayan eğitimli insanlar gerçekten akılsızdır. Düşünmenin ne olduğunu, yaşamın ne olduğunu bilmezler. Eğitimcilerin kelimenin tam anlamıyla eğitilmiş olmaları, yani zihinlerinin ve kalplerinin nasıl işlediğini bilmeleri ve kendilerini ilişkilerin aynasında, nasıllarsa öyle görmeleri bu nedenle önemlidir. Kendini tanımak bilgeliğin başlangıcıdır. Evrenin sırrı kendini tanımada yatar. O, insanlığın tüm mücadelerini kapsamaktadır.

Krishnamurti

Başkalarını kendiniz gibi sevdiğiniz yapmacıklığına girmeyin. Siz onların sizinle bir olduklarını idrak edinceye kadar onları sevemezsiniz. Olmadığınız gibi görünmeye kalkışmayın, olduğunuzu olmayı da reddetmeyin.

Sizin başkalarına olan sevginiz sizin kendinizi bilmenizin sonucudur, nedeni değil… Kendini idrak olmadıkça hiç bir erdem hakiki değildir. Ne zaman bütün kuşkulardan uzak olarak bilirsiniz ki aynı hayat, var olan her şeyin içinden akıp gitmektedir ve siz o hayatsınız, işte o zaman her şeyi doğal olarak ve kendiliğinden seversiniz.

Sri Nisargadatta Maharaj
Toprak bir çömleği sevdiğiniz vakit, kendinize onun sevdiğiniz bir çömlekten başka hiçbir şey olmadığını hatırlatın. Böylece, çömlek kırıldığında bundan herhangi bir rahatsızlık duymazsınız. 

Epiktetos
Hep ayni saatte gelsen daha iyi olur, dedi tilki, sözgelimi öğleden sonra saat dörtte gelecek olsan, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Her geçen dakika mutluluğum artar. Saat dört dedi mi meraktan yerimde duramaz olurum. Mutluluğumun armağanını bulup çıkarırım. Ama gelişigüzel gelirsen içimi sana hangi saatte hazırlayacağımı bilemem. 

Antoine De Saint-Exupery, Küçük Prens
Karayolunda seyreden arabaların ışıklarını görebiliyorum. Sonu gelmeyen bir ışık akışı. Bu kadar insan. Ne yaparlar? Ne düşünürler? Hepimiz öleceğiz, hepimiz, ne sirk! Bunu bilmek birbirimizi daha çok sevmemiz için yeterli bir neden olmalı, ama değil. Son derece önemsiz şeyler bizi dehşete sürükleyip dümdüz ediyor, yutuyor.

Charles Bukowski
Hayatın mutluluğu düşüncelerinin niteliğine bağımlıdır; onun için buna dikkat et ve fazilete, eşyanın tabiatına uymayan hiçbir düşüncenin kafanı işgal etmesine müsaade etme!


Marcus Aurelius
Ve dönüp dolaşıp geleceğe inanan bizler o eski çağrıyı yineleyeceğiz: ‘Öldürmeyeceksin!’ Yeryüzündeki bütün yasa kitapları gün gelip cana kıymayı yasaklasa, hatta savaşta öldürmeler ve cellat eliyle can almalar da bu yasak kapsamına girse, yine de söz konusu çağrı susmayacak. Çünkü tüm ilerlemelerin, insan olmaya yönelik tüm çabaların temelinde saklı yatan çağrıdır bu. Canına kıydığımız o kadar çok şey var ki! Öldürme eylemini yalnız o aptalca savaşlarda, devrimlerin budalaca sokak çatışmalarında gerçekleştirmiyoruz çünkü, adım başında bu cinayeti işliyoruz. Yetenekli gençleri çaresizlik içinde bırakıp kendileri için uygun sayılmayacak meslekler edinmeye zorlayarak öldürüyoruz. Yoksulluklar, çaresizlikler, yüz kızartıcı durumlar karşısında gözlerimizi yumarak öldürüyoruz. Toplum, devlet, okul ve kilisede ömrünü tamamlamış uygulamalara kararlı bir tutumla sırt çevirecekken, rahatımızı gözetip bunlara istifimizi bozmadan seyirci kalarak, riyakarlığa sapıp onaylar bir tavır takınarak öldürme eylemini gerçekleştiriyoruz. Tutarlı bir sosyalizm için mal mülk sahibi olmak nasıl hırsızlık sayılıyorsa, tutarlı inanç sahipleri için de yaşama karşı çıkışlar, tüm hoyratlıklar, umursamazlık ve aşağılamalar öldürmekten başka şey değildir. İçinde yaşanılan zaman öldürülebileceği gibi, geleceğin kendisi de öldürme eylemine konu yapılabilir. Biraz espriyle karışık kuşkuya başvurularak genç bir insanda bir yığın geleceğin canına okunabilir. Dört bir yanda yaşam bekliyor bizi, dört bir yanda gelecek çiçek açıyor, oysa biz hep birazını algılıyoruz bunun, pek çok şeyi ayaklarımızın altında ezip geçiyor, adım başında öldürüyoruz.

Hermann Hesse, Öldürmeyeceksin
Mutlak yalnızlık bana gittikçe temel bir formül gibi, asıl tutkummuş gibi geliyor. Yani yapıtların en güzellerini yarattığımız anları yalnızlığa borçluyuz. Pek çok şeyi yalnızlık uğruna feda etmeyi bilmek gerekir.

Friedrich Nietzsche
Ne istediğini açıkça bilen, bıkmadan ilerleyen, amacına ulaştıracak araçları elde etmeyi ve kullanmayı bilen insana saygı duyarım; amacının büyük mü küçük mü olduğu, övülmeye mi yerilmeye mi değer olduğu benim için daha sonra gelir.

Goethe

21 Kasım 2012 Çarşamba

Sabaha karşı uyanıp kalktım. Pencereyi açıp sokağı seyrettim. Birden her şey artık sona eriyormuş gibi geldi ve uzun zamandan beri ilk defa annemi anımsadım. Bu uzun ve saçma yıllardan sonra, o gece ölüm o kadar yakınken neler hissetmişti acaba, aklından neler geçmişti, diye düşündüm. O an içimde bir şeyler kımıldanır gibi oldu. Heyecanlanıp dinledim ama ruhum hâlâ bomboştu.

Yazgı (2001)

... aç, ayyaş ve yazar olmaya çalışan genç bir adamdım. Daha çok Los Angeles Halk Kütüphanesi'nde okurdum ve okuduklarım ne benimle, ne sokaklarla, ne de etrafımdaki insanlarla bağdaşıyordu.

John Fante

Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olamayacağız. Hepimiz heba oluyoruz. Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız yok; ne büyük bir savaş ne de büyük bir buhran yaşadık. Bizim savaşımız ruhani savaş. ve bunalımımız kendi hayatlarımız.

Chuck Palahniuk

Dost

Dost, onunla birlikteyken gerçekten olduğun gibi görünebileceğin ruhunun tüm gizliliklerini ona anlatabileceğin biridir. Onunla birlikteyken kendini korumana gerek yoktur.

Jean-Jacques Rousseau

21. yüzyılın cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, yanlış öğrendiklerini unutmayan, yeniden öğrenmeye, değişime ve dönüşüme açık olmayanlar olacaktır.

Alvin Toffler
Düşünceleri, yargıları ve şuurları sosyal konumlarının esiri olan birçok kimse vardır. Bunlar, en aşağılık insanlardır. Bunlar, en yararsız ve en berbat varlıklardır. Bunlar, gerçeği anlayabilirler; ama gururlarına dokunduğu için bunu karşılaştırma, açıklama ve duyurma cesaretleri yoktur.

Ali Şeriati
Aşklarının ölümsüzlüğünü göstermeye çalışan ham beyinlerin, sıradanlıklarını korkunç patlamalarla basmakalıp şiire dökmelerine dayanamıyorum. Büyük olasılıkla aklı başında olan bu erkekler ve kadınlar birbirlerine çok sevimli olduğunu sanarak iç sıkıcı küçük dizeler yazar, ölüp giden çiçekler ve küflenen süs eşyaları hediye edip dururlar; oysa aslında tek istedikleri köpekler gibi sevişmektir. 


Alison Louise Kennedy 
Yürümeye başladım, ne tarafa gide­ceğimi bilmeden. Bir sorun vardı ve ben adını koyamıyordum. Bu yüzdendi bu kadar hüzün.

Pis Moruğun Notları
Kadınlar neden buna benzer bedenleri olmasını isterler bir türlü anlamıyorum. Ne kadar acayip görünüyorlar, onlar da kalkıp böyle bir bedene sahip olmak için deli gibi uğraşıyorlar, ne pahasına olursa olsun, diyetlere, ameliyatlara, iğnelere, açık saçık iç çamaşırlarıyla bu lanet olası şeylerden birini elde etmek için çabalıyorlar ve her şeyi deneyip de başarılı olamazlarsa sahtesini yapıyor o ahmak sürtükler. Pekala, burada bedava bir tane var. Gelin de alın pis orospular.
Neyin içine girdiklerini bilmiyorlar, belki bundan hoşlanıyorlar. Belki de bu bedenleri paranın çarkını döndürmek için kullanan kadınlar gibi hepsi birer pislik: Film yıldızları, mankenler, orospular. 

Richard Brautigan, Kürtaj
Turgenyev çok ciddi bir yazardı ama beni güldürüyordu,çünkü bir gerçekle ilk karşılaşma gülme duygusu uyandırıyordu insanda. Başka birinin gerçeği sizin de gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir.

Charles Bukowski, Ekmek Arası
Her ne kadar konuşmacı tasvir ve açıklamada bulunsa da, tasvir ve açıklama tasvir edilen ve açıklanan değildir. Ağaç sözcüğü ağasın kendisi değildir. O halde sözcüğün ötesine bakmalıyız. Ne var ki iletişim kurmak, bir şeyi aktarmak için sözcükleri kullanmak zorundayız. İletişim ortak bir konu, ortak bir sorun üzerinde konuşmak demektir. Sorunu paylaşırken, sorunu anlarken onun çözülüp çözülmeyeceğini ortaya çıkarırız. Demek ki iletişim sorunlarımızı paylaşmayı, tüm sorunlarımızı paylaşmayı ve anlamayı gerektirir. Öyleyse bunda otorite diye bir şey yoktur. Bir şeyi paylaşırken, ona katılırken yalnızca sevgi ve özen duygusunu değil de sorumluluk duygusunu da hissedersiniz. Sözde, düşünce planında değil de fiilen paylaşmak, sorunlarımızın çözümüne derinlemesine katılmak sizin sorumluluğunuzdur. İletişim orada sadece oturup konuşmacıyı onaylayarak veya reddederek bir çıkarıma varmak demek değildir. Bu buluşmalarda yapacağımız konuşmalarda, kabul et
mek veya reddetmek gibi bir mesele söz konusu olmayacak.

Bu yaşam veya varoluş denen şu devasa sorunu birlikte anlamaya, insanlar arasındaki karmaşık ilişkileri kavramaya, gözlemlemeye çalışacağız. Zira ilişkide, başkalarıyla kurduğumuz günlük ilişkilerde doğru temeli atmadan, sağlam bir dayanağa sahip olmadan ileri gidemeyiz.

Krishnamurti, İçsel Devrim
İnsanın sadece dışarıya, dünyaya olup bitene değil, aynı zamanda daha düzenli bir halde kendisine de adamakıllı bakması gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir çarpıtma olmaksızın apaçık bakmak için direnç göstermeden, herhangi bir şablona saplanmadan önyargısız gören, salt gözlemleyen bir zihinsel niteliğin, bir algısal niteliğin olması gerekir. Teoride değil de pratikte olanı algılarken hakikate ilişkin varsayımsal düşüncelere değil de hakikatin kendisine ulaşırız; başkalarının hakikatin ne olduğuna dair söylediklerini kabul ve reddetmez, hakikatin ne olduğunu kendi başınıza apaçık görürüz. Bu nedenle algı sözcüğünü anlamak çok önemlidir. Sadece dışsal anlamda değil, içsel anlamda da yaşamak adını verdiğimiz çok karmaşık meseleye gireceğiz ve bunun için insanın olan bitenin ta kendisine bakabilme yetisine sahip olması gerekir. Olanı algılamak hakikatin temelidir ve eğer taraflı, dar görüşlü, bağnaz ve korkak olursanız veya belli bir hizbe, gruba ya da cemaate bağlanırsanız algılayamaz veya göremezsiniz. Öyleyse biz birlikte gözlemleyeceğiz, yalnızca kendimizde ve tolumda bir devrimin nasıl yapılacağını değil, ayrıca hiçbir surette çatışmanın yer almadığı bir yaşam tarzını da keşfedeceğiz. Bütün bunları anlamak, ıstıraplarımızı, kargaşamızı, çelişkili düşünce ve eylemlerimizi anlamak için gerçekte olana bakmak zorundayız; onu yorumlamadan, ondan kaçmaya çalışmadan, hoşlandığımız ve hoşlanmadığımız şeylerle karşılaştırmadan sadece gözlemlemeyiz, fakat olan bitenin ta kendisini görmek kolay olmayacaktır.

Jiddu Krishnamurti, İçsel Devrim

20 Kasım 2012 Salı

Kendini Bilmek

Eğer tanımıyorsan, o zaman sürekli korkacaksın. O yüzden sahte benlik sürekli korkar. Sürekli titrer. Her zaman başkalarından destek alma ihtiyacı hissedersin. Seni takdir edecek, seni alkışlayacak; ne kadar güzel ya da ne kadar zeki olduğunu söyleyecek birileri. Sürekli bu tip şeyleri sana hipnotik telkin gibi söyleyen insanlara ihtiyacın var. Böylece zeki, güzel ve güçlü olduğuna inanabilirsin.

Ama bir noktaya dikkat et. Her zaman başkalarına bağımlısın. Ne zaman benliğini sergilersen, aslında sadece benliğinin bilincinde olmadığını gösteriyorsun. Kim olduğunu bilmiyorsun. Eğer bilseydin, o zaman herhangi bir sorun olmazdı. O zaman görüş aramazdın. Başkalarının hakkınızda söyledikleri seni endişelendirmezdi. Çünkü ilgisi yok. Sonuçta kimse senin hakkında bir şey söylemez. İnsanlar senin hakkında bir şey söylediği zaman, aslında kendilerini anlatıyor.

Kimse senin hakkında bir şey söyleyemez. İnsanlar ne derse desin kendileri hakkında konuşur.
 Ancak sen hemen korkarsın, çünkü hâlâ o sahte merkezinize yapışıyorsun. O sahte merkez başkalarına bağımlıdır ve o yüzden de sen sürekli başkalarının hakkında neler söylediğine bakarsın. Sürekli başka insanların izinden gidersin, sürekli onları tatmin etmeye çalışırsın. Sürekli saygın bir insan olmaya çalışırsın ve sürekli egonu süslemeye çalışırsın. Bu intihar etmek gibi bir şeydir.Eğer kendi merkezinde değilsen, kim olduğunu bilmiyorsan, gerçekten ilişki kuramazsın. Kendini bilmeden kurulan ilişki tümüyle bir yanılsamadır. Diğeri seninle ilişkide olduğunu zanneder, sen onunla ilişkide olduğunu zannedersin; ne sen kendini tanıyorsun, ne de o kendini tanıyor. O zaman kim kiminle ilişkide? Hiç kimse yok! Sadece iki gölge oyun oynuyor. Ve ikisi de gölge olduğundan, ilişkide bir varlık yok. Ben bunu sürekli görüyorum: İnsanlar ilişki kuruyor, ama ortada bir varlık yok. İlişki kuruyorlar, çünkü eğer ilişki kurmazlarsa, yalnızlığa düşüp kaybolacaklarını sanıyorlar. O yüzden, düştükleri anda zıplayıp yeniden ilişkiye giriyorlar. Herhangi bir ilişki, hiç ilişki olmamasından daha iyi; düşmanlık bile olsa tamam, en azından insan kendini boşta hissetmiyor.

İşte bu yüzden, bu boşluğa girmelisin. Cesaretini topla ve içeri gir. Çok kederli ve yalnız bile hissetsen, endişelenecek hiçbir şey yok; bu bedeli ödememiz gerekiyor. Ve bir kere kendi kaynağına ulaştığın zaman, her şey tümüyle değişecek, ve dışarıya bir birey olarak çıkacaksın. Bana göre bir kişi ve bir birey arasındaki fark budur: Kişi, sahte bir olgudur; birey gerçektir. Kişi, kişilik, maskedir, gölgedir; birey varlıktır, gerçekliktir. Ve sadece bireyler ilişki kurabilir, sevebilir; kişiler sadece oyun oynayabilir.

Osho
‎En derin arzulardan çoğunlukla en ölümcül nefretler çıkar.

Sokrates
Bana yapılan haksızlık, bana hiçbir şekilde ona haksızlık yapma hakkını vermez.

Schopenhauer

İdeal İnsan Tanımı

Kendini boşuna tehlikeye atmaz. Çünkü onu kaygılandıran pek az şey vardır. Ama önemli durumlarda hayatını bile seve seve verir. Bazı şartlarda, yaşamanın anlamı olmadığını da bilir. İnsanlara yardıma koşar, kendisine yardım edildiğindeyse utanır. İyilik yapmak onun için doğal, bağışlamak bir üstünlük belirtisidir.

Sevdiği ve sevmediği ortadadır. İnsanlarla oynamaz. İnsanları ve nesneleri ayırmadığından herkese karşı dürüst davranır, çok açık konuşur. Bazen bu açıklık kabalığa yakındır. Gözünde hiç bir şey fazla büyük olmadığı için, hiç bir şeye karşı da fazla hayranlık duymaz. Ancak dostları çok önemlidir. Onlar için her şeyi göze alır. Garaz ve kin nedir bilmez, olayları unutur, yürek incitecek şeyler üstünde çok durmaz fakat yeri geldiğinde hatırlatır. Konuşmak için can atmaz. Kendisinin övülmesi ya da yerilmesi onu pek ilgilendirmez.

Düşman da olsa, başkaları hakkında kötü konuşmaz, ancak o kişi kendi kendinin düşmanıysa iş değişir. Ağır başlıdır, kendinden emindir, sesi toktur, sözleri ölçülüdür; telaşlı değildir. Hiddetlendiği zaman sözleri ağırdır ve her zaman kullanmaz. Hayatın cilvelerini sükûnetle karşılar, az sayıdaki askerlerini büyük bir savaş stratejisi ile yöneten usta bir general gibi, içinde bulunduğu durumdan elinden geldiğince yararlanır, çözüm üretir ve çıkar.

Aristoteles
Oğullarım büyüdüğünde, dostlarım onları cezalandırmanızı istiyorum sizden; eğer servetini veya herhangi bir şeyi erdemden daha çok önemserlerse veya aslında hiçbir şey değilken bir şeymiş gibi davranırlarsa, hayatta göreceğiniz iş ne olursa olsun, erdem olmayınca elde edeceğiniz her şeyin, yapacağınız her işin sonunda utanç ve kötülük vardır.

Platon
Gözlemle, dinle, sus, az yargıla, çok sor!

Platon

İnsanları edilgen ve itaatkar kılmanın en zekice yolu, kabul edilebilir düşüncenin alanını olabildiğince sınırlamak, ama o alan içinde "canlı" tartışmaların yapılmasını sağlamak, hatta insanları o alan içinde kalmak koşuluyla daha "muhalif" ve "eleştirel" olmaya cesaretlendirmektir. Bu tutum, insanlara düşünce özgürlüğünün var olduğu hissini verirken tartışmalara sistemin koyduğu sınırları dayatır.

Noam Chomsky
Hala anlayamadınız değil mi? Önemli olan haklı ya da haksız olmak değil. Kavganın kazananı yoktur. Ya kaybedersiniz ya da daha çok kaybedersiniz. Önemli olan kalp kırmamak. Önemli olan yargılamadan,karşılıksız sevebilmek ve iyilik yapabilmek. Haklı bile olunsa özür dileyecek kadar asıl olmak, bilge olmaktır. Egonuzu kontrol edemediğiniz sürece, o sizi kontrol etmeye devam edecek. Böyle olduğu sürece tüm dünya sizin bile olsa asla mutlu olamazsınız.

Albert Einstein
Özel mülkiyete son vermek istememizi dehşetle karşılıyorsunuz. Ama sizin bugünkü toplumunuzda nüfusun onda dokuzu için özel mülkiyete son verilmiştir; özel mülkiyetin bulunmasının nedeni onda dokuzun elinde bulunmamasıdır. Demek ki siz bizi ancak toplumun ezici çoğunluğu için hiçbir mülkiyetin bulunmaması koşuluyla var olabilen bir mülkiyete son vermek istemekle suçluyorsunuz.

Komünist Manifesto, Marx-Engels
İnatçılık, iradenin kendisini aklın yerine koymak için zorlamasıdır.

Schopenhauer
Bir insanın akıllı olmasına bir şey dediğimiz yok. Yeter ki; aklını başkalarına kabul ettirmeye çalışmasın.

Platon
Dünyanın en tehlikeli hali, cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir.
(Es ist nichts schrecklicher als eine tätige unwissenheit.)

Goethe

19 Kasım 2012 Pazartesi

Doğru bir şey mi bu şimdi? Senin sorumlu bir şekilde davranman gerekiyor. Ruhunu düşün. Her şeyin böyle olması mı gerekiyor? Sen bana laf atıyorsun, ben sana iki misli karşılık veriyorum. Sen bana bir vuruyorsun, ben sana iki vuruyorum. Hayır çocuğum! Peygamberler biz ahmaklara bambaşka bir şey öğretmişlerdir. Birinden kötü bir söz işitirsen sessiz kal, kendi vicdanı rahat bırakmasın o kişiyi. Kendi vicdanı o kişiyi paylayacaktır. Yumuşayacak ve seni dinleyecektir. Dinimiz bize kibirli olmamayı öğretti!.. Konuşsana! Dediğim gibi değil mi! 

Durup gülümsedi ve “Sakın ha İvan! yangını kimin çıkardığını söyleme! Sen bir insanın bir kabahatini örtersen Tanrı senin iki kabahatini birden affeder!” diye ekledi. Sonra yaşlı adam ellerini göğsünde kavuşturdu, bir iç geçirdi, kasıldı ve ruhunu teslim etti. 

Lev Tolstoy, İnsan Ne İle Yaşar
Bu hayat sonsuza kadar devam edemez, bütün bu delilik ve oradan oraya koşturmaca. Bir yere gitmemiz, bir şey bulmamız gerekiyor.

Jack Kerouac
Sorgulanmamış bir hayat süren insanların hayatı kendi ellerinde ya da kendi kontrollerinde değildir; onların denetimi dışarıdan gelmektedir.

Sokrates
Hayatın birinci yarısı, mutluluğa karşı duyulan yorulmak bilmez bir özlem olduğu halde, ikinci bölümü acı dolu bir korku duygusuyla kaplıdır. Çünkü mutluluk denilen her şeyin kuruntu olduğu ve acıdan başka gerçeğin bulunmadığı fark edilmiştir artık. Aklı başında insanların, yakıcı zevklerden çok acısız bir hayata yönelmeleri bundan ötürüdür...

Arthur Schopenhauer

Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev


Boyunduruk altında doğan insanlar, kulluk kölelik içinde büyütülüp eğitilirler. Dolayısıyla bu insanlar, siyasal iktidarı tehlikeye sokacak herhangi bir eyleme kalkışmazlar. Böyle bir eylemin getirdiği özgür düşünceden, özgür iradeden yoksundurlar; kurulu düzeni sevip benimsemekte ve sürdürdükleri yaşamın dışında başka yaşam biçimlerinin olduğunun ya da olabileceğinin farkında olamazlar..

Étienne de La Boétie
İtaatsizliği cezalandırmak ve özgürlüğü disiplin altına almak için, aile geleneği, kadınları aşağılayan, çocuklara yalan söylemeyi öğreten ve korku hastalığını yayan bir terör kültürünü sürdürmektedir. İnsan haklarının evde başlaması gerekir.

Eduardo Galeano
Bir adam bir nehirin öteki tarafında yaşıyor ve onun lideri, benim liderimle kavga etti diye, biz aramızda kavga etmediğimiz halde, kalkıp birbirimizi öldürmeye kalkışmamızdan daha aptalca bir şey olabilir mi?

Blaise Pascal
“Çok aşikar”, “çok doğal” diye nitelenen şeylerin gerçekten öyle olduğuna çok az rastlanır. Bu bilinç şunu düşünmeye sevketmeli bizi: Aslında yaşam göründüğünden çok daha esnek, çünkü yaygın görüşler, genelde, hatassız çıkarımlar sonucunda değil, yüzyıllardır sürüp giden entelektüel karmaşanın sonucunda bugünkü konumlarına geldiler. Belki de şimdiki konumlarında olmaları için iyi bir neden yoktur, kim bilir?

Alain de Botton

Savaş Gönüllüleri

Kendimizi kandırmayalım. Bugün herhangi uzak bir ülkedeki egzotik bir savaş, söz gelimi Polinezya adalarında ya da Afrika'nın herhangi bir köşesindeki bir savaş için bile gönüllü aransa, binlerce, yüz binlerce kişi niçin olduğunu bilmeden, yalnızca kendinden ya da hoşnut olmadığı yaşam koşullarından kaçmak için oralara koşar. Ben savaşa karşı inançlı bir direniş olasılığını sıfır olarak görüyorum. B
ireyin bir organizasyona karşı gelmesi, kendini bırakıp onunla sürüklenip gitmesinden çok daha fazla cesaret gerektirir. Bireysel cesaret diyebileceğimiz bu nitelik, zamanımızın gelişmiş organizasyonları ve mekanizasyonu karşısında tamamen ölüp gidiyor. Savaşta neredeyse her yerde sadece kitlesel cesaret olgusuna, yani topluluk içinde, emir komuta zincirine bağlı bir cesarete rastladım; bu kavramı mercek altına alacak olursak çok ilginç bileşkeleri olduğunu görürüz: fazlasıyla kibir, kendini beğenme, fazlasıyla kayıtsızlık ve hatta sıkıntı; ama her şeyden fazla da korku, geride kalmaktan, alay edilip aşağılanmaktan, yalnız hareket etmek zorunda kalmaktan ve en önemlisi de diğerlerinin kitlesel coşkusuyla ters düşmekten korkma.. Cephede en cesur olanların çoğunu daha sonra sivil yaşamda şahsen tanıyınca çok kuşku uyandıracak kahramanlar olduğunu gördüm. Kendimi de bunların dışında tutmuyorum.

Görev duygusundan dolayı kahraman olmaktansa kişisel sorumluluk nedeniyle asker kaçağı olmak çok daha iyi aslında.

Stefan Zweig, 
Savaş Gönüllüleri

Genç Serseriye Öğütler

bütün ırmaklar yükselecek ama korkmayın her şey yerli yerinde 
okullarda ellerinize cetveller vurulacak ve kurtlar mısırları kemirecek 
mitralyözler üç ayaklara monte ediliyor 
ve karınlar beyaz ve karınlar siyah ve karınlar karın
insanlar sırf dövülmek adına dövülüyorlar
mahkeme salonlarında karar baştan bellidir
gerisi tiyatrodur
sorgulama sonrası ya yarım-insansın ya da artık değilsin
devrim yanlısı olanlarınız var biliyorum
ama isyan edip yeni hükümetinizi kurunca
bir de bakarsınız sizin hükümetiniz yine eski babanızdır
yüzüne bir maske geçirmiştir sadece
hiçbir yerde değişen fazla birşey yok
prag olayları macaristanı unutan çocukları biraz kıpırdattı
kafalarında che imajı,
boyunlarında castro resimli muskaları,
william burroughs, jean genet ve allen ginsberg'in önderliğinde
parklarda dolaşıp 00000MMMMM çekiyorlar

bu yazarlar yumuşamış, fıttırmış, kocamış, kadınlaşmıştır -homolaşmış değil, kadınlaşmış-
ve ben polis olsam beyinlerini kendi ellerimle dağıtmak isteyebilirim
isterseniz beni asın
sokaktaki yazar birtakım gerizekalılara kıçını yalatıyor
yazmak istiyorsanız yazabileceğiniz bir tek yer var
daktilonuzun başında ve yalnız
sokağa gitmek gereksiniminde olan bir yazar sokağı bilmeyen bir yazardır

yüz kişiye yüz hayat yetecek kadar fabrika, genelev, mapus, bar ve park hatibi gördüm
kendine bir isim yaptıktan sonra sokağa çıkmak işin kolayına kaçmaktır
thomas ve behan'ı sevgilileriyle öldürdüler
viski ile, aptalca hayranlıkları ile, kolay kadınlar ile,
en az bir ellisi daha öyle gitti ve işte şikago, ve işte prag,
her zaman olduğu gibi,
küçük çocuklar dayak yemeye devam edecekler
ve eğer büyüyebilirlerse onlar da başkalarını marizleyecekler
evimde oturup biramı içen,
yemeğimi yiyen ve yanındaki kadın yüzünden havasından geçilmeyen
şu allahın belası devrimcilerin öğrenmesi gereken şey şu:
değişim içerden dışarıya doğru olmalı

sokaktaki adama yeni bir şapka verir gibi yeni bir rejim veremezsiniz
karnını doyurup gizzy dillespie'nin tüm plaklarını hediye etseniz de
iki paralık alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemeyecektir
ortalıkta devrimin artık kaçınılmaz olduğunu haykıran bir sürü insan var,
ama şahsen bir hiç uğruna insanların ölmesini istemem,
demek istediğim insanların çoğunu öldürseniz de bu işe yaramaz
bir avuç iyi insana da yazık olur
elinize ne geçecek:
yeni bir hükümet,
kuzu postuna bürünmüş yeni bir diktatör,
ideoloji silah satışları üzerine kurulmuş

geçen akşam genç bir adam bana şöyle dedi
(pek hoş ve ruhani bir tavırla halının ortasına oturmuştu)
''kanalizasyonların hepsini tıkayacağım
bu şehir boklar içinde yüzecek!''
tanrı aşkına fikir diye bana sunduğu boklar
tüm los angeles ve pasadena'nın yarısını boka gömmeye yeterdi
sonra da ''bana bir bira versene bukowski'' dedi
yanındaki kaltak bacak bacak üstüne atmıştı
kalktım verdim
devrim kelimesi hoş geliyor kulağınıza değil mi?
ama hiç hoş değildir inanın bana
devrim nedir söyleyeyim
kan, bağırsak ve delilik
yolunuza çıktıkları için ölen küçük çocuklar,
olup bitenden habersiz yavrular,
yanınızdaki orospunun,
hatta karınızın gözünüzün önünde önce kasaturalanıp sonra ırzına geçilmesi
bir zamanlar miki fare filmlerine gülebilen erkeklerin birbirlerine işkence etmeleri
böyle bir eyleme girmeden önce bu eylemin ruhu nerededir
ve eylem bittiğinde nerede olacaktır diye iyice düşünmek lazım
dostoyevski'nin suç ve cezasına katılmıyorum
hani kimseyi şartlar ne olursa olsun öldürmemelisin meselesi
ama çok iyi düşünmek lazım

işin gülünç tarafı tek kurşun sıkmadan canımızı alıyorlar
para babalarının şişko oğlanları beverley hills'te 14 yaşında kızların ırzına geçerken
ben de bir yerlerde asgari ücretle belimi kırıyordum
helada 5 dakika fazla kaldığı için kovulan adamlar gördüm
anlatmak istemediğim çok şey gördüm
ama bir şeyi öldürmeden önce yerine daha iyisini koyabileceğinizden emin olun
parklarda nefret palavraları sıkan siyasi fırsatçılardan daha iyi bir şey olsun elinizde
burnunuzdan gelecek bir eylem için
36 aylık bir garanti ile yetinmeyin
devrime duyulan romantik özlemin dışında
olumlu hiçbir şey göremedim henüz
ne gerçek bir lider
ne de devrim sonrası kesin gelen ihanetin önüne geçebilecek sağlam bir platform

eğer birini yok edeceksem
o adamın bir kopyasının aynı yöntemle yerine konduğunu görmek istemem
tarihi, bir bar helasında barbut satan sarhoşlar gibi harcadık
yanında evden kaçmış 16 yaşında bir kız,
midende de başkasının birası varken devrimden söz etmek kolay
beynelmilel ün sahibi kıçı kırık üç yazarın
00000MMMM oyununa kendini kaptırıp dans ederek
devrim diye haykırmak kolay
ama devrimi başlatmak ,
devrimi gerçekleştirmek başka şeydir dostlar
paris 1870-71 sokaklarda 20000 ölü,
sokaklar kan seli ve fareler cesetleri kemiriyor
ve insanlar aç
ve aç insanlar fareleri cesetlerin üzerinden toplayıp yiyor,
ve paris nerdedir bu akşam dostlar?
nedir paris bu akşam?
karşımda oturan bu genç ortalığı boka bulamak istiyor ve gülümsüyor
henüz yirmi yaşında ve genellikle şiir okuyor
şiir lavabonuzdaki bulaşık bezinden başka nedir ki?

charles bukowski