28 Şubat 2013 Perşembe

Neden yaşıyorsun? Hiç sordun mu? Burada ve şu anda uğruna yaşanacak hiçbir şey yok. Yalnızca umut var. Şu anda neden yaşıyorsun? Neden her sabah kalkıyorsun? Neden tüm güne yeniden başlıyorsun? Ve sonra yeniden, yeniden? Bu tekrar neden? Sebep ne? Şu anda, neden yaşadığına dair bir sebep bulamıyorsun. Bir şey bulsan da geleceğe dair olacak… Bir şeyin olacağına dair bir umut; bir gün ‘bir şey’ olacak. O günün ne zaman geleceğini bilmiyorsun; ne olacağını bile bilmiyorsun…

Ama bir gün ‘bir şey’ olacak ve bu yüzden yaşamaya devam ediyorsun, hayatını sürdürüyorsun. İnsan yalnızca umut içinde yaşar ve bu yaşam değildir; çünkü umut demek düş demektir. Burada ve şu anda yaşamadığın sürece canlı değilsin. Ölü bir ağırlıksın ve tüm umut ettiklerini yerine getirecek o yarın asla gelmeyecek. Ölüm geldiğinde, ancak o zaman artık yarın olmadığını, artık erteleyemeyeceğini fark edersin; o zaman hayal kırıklığı yaşarsın, aldatıldığını hissedersin… Ama kimse seni aldatmadı; bütün bu kargaşanın sahibi sensin...

Osho
Yaşadıkça şundan tamamen emin oldum ki; coşkulu olmak başarının en güçlü anahtarıdır.

Frederick Williamson
‎Keşfedildikten sonra gerçekleri anlamak kolaydır. Mühim olan keşfetmektir.

Galileo Galilei
Dar yerde, kişinin düşüncelerinin de daraldığını anlamıştım.

Dostoyevski
Ezilenler
Açık yerlerde insan bir dışarılık, bir öteleyiş duyar. Sanki ufkunuz genişler, varlığınız enginleşir.

Halikarnas BalıkçısıMavi Sürgün 
Savaş açmak için nasıl silahlar gerekliyse, milyonlarca insanın yaşamlarını tehlikeye atmaya ve katil olmaya sürükleyebilmek için de nefret, öfke, yıkıcılık ve korku gibi tutkular gereklidir. Bu tutkular savaşı başlatmak için gerekli koşullardır; savaşın nedenleri değildir; tıpkı, silahların ve bombaların kendi başlarına bir savaş nedeni olmamaları gibi.

Erich Fromm, Savaş Üzerine
Kendilerinde iyi ve mutlu ömür sürmek için azıcık yetenek olmayan kimselere her çağ ağır gelir; ama her iyiliği kendinden bekleyen insanlar için doğal zorunlukların hiçbiri kötü görünemez. Bunların başında da yaşlılık gelir; yaşlılığa herkes ulaşmak ister, ulaşınca da onu kötüler: bilge olmayanlar işte bu derece mantıksızdırlar, bu derece dengesizdirler.

Marcus Tullius Cicero, Yaşlılık ve Dostluk
Zayıflıktan doğan hıncın zararı zayıfın kendine dokunur en çok, –tersine başlangıçta yaradılış zenginse, o zaman da gereksiz bir duygudur; onu alt edebilmek zenginliğin kanıtıdır neredeyse...

Nietzsche, Ecco Homo
‎Düşüncemin kılığını değiştirmektense, susmak, benim için daha kolay olacak...

Denis DiderotAykırı Düşünceler

26 Şubat 2013 Salı

Kin taşımak, yanan bir kömür parçasını başkasına atmak için eline almak gibidir. Sadece kendini yakarsın.

Buddha

25 Şubat 2013 Pazartesi

Eğitim görmüş aklın işareti, herhangi bir düşünceye onu kabul etmeden önce açık olmasıdır.

Aristoteles
Sahip olmadığı şeylere üzülmeyen, sahip olduklarına sevinen insan, akıllı bir insandır.

Epiktetos

8 Şubat 2013 Cuma

Kendini tanımak demek, hayran hayran kendini seyretmek demek değildir. İnsanın hem ne olduğunu, hem de ne olması gerektiğini araştırmasıdır; nasıl düşüneceğini, nasıl yaşayacağını, nasıl mutlu olacağını kendine sormasıdır.

Sokrates

5 Şubat 2013 Salı

İçten olan insan, içtenlikle gülebilir, içtenlikle dans edebilir, içtenlikle neşelenebilir. İçtenliğin, ciddiyetle hiçbir ilgisi yoktur.

Osho

3 Şubat 2013 Pazar

Zaman zaman insanın acımasızlığı 'vahşi' sözcüğüyle ifade edilir ama bu, vahşi hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık ve hakarettir. Vahşi hayvan hiçbir zaman ustalık ve zevk almak bakımından bir insan kadar acımasız olamaz.

Dostoyevski

1 Şubat 2013 Cuma

Bilgimizin eninde sonunda bir sonu vardır, ama cahilliğimizin asla sonu yoktur.

Karl Popper

İşte bütün bunları kendi kendime düşünüyorum da, Plato’ya bir kez daha hak veriyorum ve onun her eşyanın herkes tarafından paylaşılmasını öngören yasaları reddeden halklara hiçbir yasa yapılmamasını uygun görmesine daha az şaşırıyorum. Ne de olsa dünyanın en bilgesi olduğundan, toplumsal refaha götürecek tek ve yegâne yolun, mülkiyetin eşit şekilde paylaştırılmasından geçtiğini rahatlıkla görmüş.
-
Bu yüzden ben kesin olarak şuna inanıyorum: Özel mülkiyet tamamıyla terk edilmedikçe, malların eşit ve adil bir yöntemle dağıtılması ya da insanların yaşamının refaha kavuşması olanaksızdır. Özel mülkiyet var olduğu sürece insanlığın en büyük ve en faydalı kesimi yoksulluğun ve çetin yaşamın getirdiği kaygıların malum yükü altında ezilecektir. Kabul, bu yük bir dereceye kadar hafifletilebilir, ama iddia ediyorum ki asla tamamen oradan kaldırılamaz. Belki bir yasa çıkarırsınız ve insanların belli bir dönüm araziden fazlasına sahip olamayacağını ya da belirlenmiş meşru bir gelirin üstünde gelir elde edemeyeceğini söylersiniz. Birtakım başka yasalarla kralın haddinden fazla güç sahibi olmasını, halkın da fazla asi olmasını önlersiniz. Devlet makamları için yalvarıp yakarılmasını, bunların para karşılığında sunulmalarını yasaklamış olursunuz ya da böyle makamlara getirilen insanları görevlerini kendi ceplerinden harcadıkları paralarla icra etmek zorunda bırakmazsınız . Aksi taktirde, memur harcadığı parasını dolandırıcılık ve haraç keserek geri kazanmaya bakar ve sağduyulu insanlar tarafından yürütülmesi uygun olan görevler zenginlere bırakılmış olur. Demem o ki, iyileşme umudu hiç kalmayan hasta bir bedeni sürekli pansuman yaparak canlı tutmaya çalışır gibi, bu tür yasalarla da toplumsal marazları bir dereceye kadar hafifletebilir, yumuşatabilirsiniz. Ama özel mülkiyet var olduğu sürece bunların tamamen iyileşmesini ve sağlıklı bir doğaya kavuşmasını asla bekleyemezsiniz. Çünkü bedenin bir kısmındaki yarayı iyileştireceğim derken başka bir kısmında kocaman yaralar açarsınız. Bir yaraya verdiğiniz ilaç başka bir yerde hastalığa neden olur. Çünkü bir taraftan almadıkça diğer tarafa hiçbir şey veremezsiniz.
- Ama ben öyle düşünmüyorum, dedim. Aralarında rütbece hiçbir fark olmayan insanların yaşadığı bir toplum kimin sorumluluğunda olur, nasıl bir toplum olur, düşünemiyorum bile.
- Düşünememene hiç şaşırmadım doğrusu, dedi, çünkü zihninde böyle bir toplumu hayal edemiyorsun, ediyorsan bile yanlış ediyorsun. Ama benimle birlikte Utopia’da yaşayıp da benim gibi Utopialıların adetlerini ve yaşam biçimlerini bizzat yerinde görmüş olsaydın, yeryüzünde onlar kadar kurumsallaşmış bir başka halka rastlayamayacağını açıkça itiraf ederdin.

Thomas More, Ütopya