22 Kasım 2017 Çarşamba

Ev Yemeği

Bir keresinde annem ile erkek arkadaşı için yemek pişirmek istediğimi söyledim. "Mümkün değil", dedi o. "Yemek pişirme yeteneği irsidir." Annem güldü, ağzındakini püskürtecekti az kalsın. Değil yemek pişirmek, donmuş yemekleri bile zar zor çözdüğünü herkes bilirdi. "Sen ona kulak asma, bebeğim. Bizim için yemek pişirmeni çok isteriz." "Kendi adına konuş", dedi o. "Ben hayatımdan endişe ediyorum." Haftada en az bir kez en yakın arkadaşımın evinde akşam yemeği yerdim. Sadece o ve annesi olurdu; babası başka şehirde yaşıyordu. Annesi çok tatlı bir kadındı, bana sadece adıyla hitap etmemi söylemişti. Onunla yemek pişirmeme izin verirdi. Bana omlet çevirmeyi öğretti. Ekmeği yakmadan içindeki peynirin tamamen eridiği peynirli tost yapmayı öğretti.
Ve asla buzluktan bir şey alıp çözmezdi. Kullandığı bütün malzemeler tazeydi. Beraber köfte yaptık. Soğan ve sarımsak doğradık. Bana, "Mutfağa doğal bir yatkınlığın var", dedi ve ben, "Sahi mi?" dedim ve, "Müstakbel bir aşçıya yemek pişiriyorum", dedi. Kıymayı küçük topaklar haline getirip fırına koyduk. Şarap içerdi, karton kutudan değil ama, şişeden, kırmızı şarap. "Bunu anneme pişirebilir miyim sence?" "Parmaklarını yer." "Sahi mi?" "Kesinlikle." Köfteler hazır olduğunda ben, arkadaşım ve annesi oturup büyük bir iştahla yemeye başladık. "Çok lezzetliler, değil mi" diye sordu annesi. "Ben bayıldım", dedim, ona gülümseyerek. "Fena değiller", dedi arkadaşım, başını tabağından kaldırmadan. Anneme alışveriş listesini verdim ve bana gereken bütün malzemeleri satın aldı. Sarımsağı doğrarken beni seyrediyorlardı. "Şuna bak", dedi erkek arkadaşı, "yemeğe taşaklarını katıyor." "Buzluktan bir şeyler çözmek yok", dedim. "Kimin oğlusun sen?" dedi annem, romatizmalı bileklerini ovuşturup bir ağrı kesici daha alarak. Öğleden sonrayı piyanoda şarkı çalmaya çalışarak geçirmişti ve çalışından hiç memnun kalmamıştı, küfredip içiyordu. "Benim oğlum ya buzluktan bir şeyler çözer ya da sonuna kadar gider." "Hastanede bir karışıklık oldu belki", dedi O. "Siz birbirinize benzemiyorsunuz aslında." Sarımsağı kıymayla soğanın üstüne boşalttım. Biraz zeytinyağı döktüm, arkadaşımın annesinden öğrendiğim gibi. Her şeyi büyük bir çanağa boca edip yoğurmaya başladım. Ellerimin vıcık vıcık olmasından hoşnut değildim, fakat hep birlikte masaya oturup yemek yediğimizde buna değecekti. Birkaç köfte yuvarladım, golf topundan biraz daha büyük. "Karışıklık yok", dedi annem. "Onu evlat edindim." "Onu evlat edinmedin", dedi O. "Onu sokakta terk edilmiş olarak bulmadın mı?". "Doğru. Otobüs durağında buldum." "Kesekağıdının içinde",dedi O. Bir sonraki köftem yuvarlak olmadı, yumurta biçimindeydi. Annem güldü ve, "Sen bunu hatırlıyor musun, bebeğim? Seni otobüste bulduğum günü?" Başımı sallayıp köfteleri daha hızlı yuvarlamaya başladım. "Kesekağıdının içinde üşümüşsündür herhalde", dedi O. "Titriyordu onu bulduğumda." "Öz annesi ondan neden kurtulmak istemiş olabilir sence?" Köftelerim küçük kürelerden çok geometrik çarpıklıkları andırıyordu artık. Tuhaf canavarlar. "Gençti belki", dedi annem. "Yoksuldu belki", dedi O. Son canavarı da yuvarladıktan sonra hepsini tavaya boşalttım. Kısık ateşte pişirmem gerekiyordu, fakat öyle yapmadım, bir an önce seslerini kesip yemeleri için onları çabuk pişirmek istedim. Üstlerine yağ döküp tavayı ileri geri salladım. "Ama şimdi çok memnunum böyle bir meleğim olduğu için," dedi, romatizmalı elini omzuma koyarak. "Sen ne düşünüyorsun?". "Ne hakkında?" "Sence annen seni neden otobüs durağına bıraktı?" Köfteler cızırdadı. Tavayı salladım yine. "Beni istemediği için." "Değiştirelim bu konuyu," dedi annem. "Zamanını bana ayırmak istemedi." "Okul nasıldı bugün?" diye sordu annem. "Hayatının bensiz daha iyi olacağını düşündü." Köftelerin birkaçı çatlayıp dağıldı. Bazıları tavaya yapıştı. Tavayı sallamam gerekirdi, ama öylece durup köftelerin yanmasına izin verdim. Annem bardağına içki koydu. "Annen sana okulu sordu," dedi O. "Okul iyi." "Köfteleri yakıyorsun," dedi annem, bir spatula kapıp köfteleri çevirerek. Çoğu küçük parçalara ayrılmış, mutfağı duman basmıştı. "Anasının oğlu," dedi O. "Yemeğin harikulade olacağından hiç kuşkum yok." "O benim annem değil," dedim. "Unuttun mu?" "Sana takılıyorduk sadece," dedi annem. "Ağzını topla," dedi O bana. "Bebeğim," dedi annem, "masayı kurar mısın?" Kömürleşmiş köfteleri tavada gezdirdi. "Beni otobüs durağında buldu, unuttun mu?" "Kes artık," dedi O. "Kavga etmeyin," dedi annem. Ben masaya tabakları, çatalları ve kağıt peçeteleri koyarken O gözlerini bana dikti. Tepesi atacak sandım ama atmadı. "İştahımı yitirdim," dedi. Mutfaktan çıkıp garaja gitti. Annem bana sahte bir gülümsemeyle baktı. Tavayı getirip köfteleri tabaklarımıza koydu. Bazıları yanmıştı, bazıları hâlâ hafif pembeydi, hiçbiri yenecek gibi değildi. Oturduk. İkimiz de çatallarımızı almadık. "Üzgünüm," dedi. "Niçin?" Elimi tutup ağzına götürdü. Öptü. "Birkaç tako çözmemi ister misin?" Tabaklarımızı evyeye bıraktı, buzdolabına gitti, buzluğu açtı ve, "Kahretsin. Tako kalmamış," dedi. Dudaklarını büzdü. Buzluğu kapatıp buzdolabının içine baktı ve başını salladı. Sonra dolaplardan birini açtı. "Cips ister misin?" "Burger King'e gidebilir miyiz?" "Bebeğim, içiyorum ve denetimli serbestlik süresi henüz dolmadı. Araba süremem." Cips torbasını getirip aramıza koydu. "Voilá," dedi. "Akşam yemeği hazır." "Hadi bebeğim. Bir gülümseme bana," dedi. Denedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder